25 Nisan 2013 Perşembe

İkinci İmza Günü!


İzmir Kitap Fuarında gerçekleşen imza günüme gelen tüm okurlarıma teşekkür ederim..

11 Nisan 2013 Perşembe

Kaybetmeye Dair


Aslında ayrılık akşamları yazarların ve şairlerin fazladan mesai yaptığı akşamlardır. Benim için durum biraz farklı. Fazla mesai yapacak kadar kedimi iyi hissetmiyorum ve cümleleri başka yazılara saklıyorum. Tek bir yazıda tüketmek istemiyorum tümünü.

İnsanın canını yakan nedir? Bence sonlar ayrılıklar yâda kaybetmek değildir. Kaybetmek insanın doğasına ait bir şeydir hatta. Ve kazanmaktır asıl aykırı olan. Düşünsenize 100 kişinin 1. Olamadığı bir sınavda birinci oluyorsunuz ve herkesten farklısınız o an.

Karaköy-Haydarpaşa-Kadıköy seferini yapan Sarıyer vapuru. Yine en üst katındaydım “bitti” temalı cümleleri dudaklarından çıkarttığında. Sonrasında anlatılacak binlerce düşünce binlerce gözyaşı var belki. Belki bir telefon başında Kadıköy’ün orta yerinde bir erkeğin ağlaması var ama her şeyden önemlisi neden bu kadar üzüldüğümdü konu. İlk defa mı kaybediyordum? Hemen hayır dedim. Sonra düşünmeye başladım telefondaki sesle konuşurken. İlk defa kaybetmiştim. Çünkü kazandığım ilk insandı o. Ben diğerlerini kaybetmeyi tatmamıştım hiç çünkü hiç kazanmamıştım, denememiştim bile. Vazgeçmiştim. Ve bugün vazgeçmediğim için kaybediyordum.

Hayat böyledir. Sizi yapmak istediklerinizle değil yapmak isterken aklınızdan kaçırdıklarınızla yargılar. Nitekim benimde öylesine kendi kendimi yargıladığım ve hayatımda önemli bir nokta olabilecek bir yarışmayı kaçırdım. Çünkü kendimi klişe 19.yy biyografi filmlerinde zannettim oysa 21.yydaydım ve klişe biyografi filmlerindeki gibi davranmak bir şeye çözüm olmuyormuş. Hatta düğüm oluyormuş.
Öte yandan “aşk vazgeçmemektir” yazan yazarlarında ne denli yanıldığını anladım.
İlk defa kaybediyordum ve b unu bugün fark etmiştim. Vapur Haydarpaşa’dan kalkıp Kadıköy iskelesine doğru yanaşırken. İlk defa birini, hayatımın anlamı yerine koyduğum, birini kazanmış ve kaybetmiştim. Ama insanı acıtan kaybetmek değil de, aynı cümlelerin başka biri için söyleneceğini bilmek belki de. Seni seviyorum cümlesinin aynı dudaktan çıkıp başka bir erkeğin hayatına anlam katması ve o erkeğin vereceği değerden gelen endişe. Öte yanandan beni ayağa kaldıran eski hayat felsefem olmuştu.

 +kaybedecek neyim var?
 –hiçbir şey
+o zaman özgürüm.

Çünkü Kaybedecek bir şeyi olmayan insan dünyadaki en özgür insandır. Öte yandan yerle bir olmuş erkeğin ta kendisidir. Belki de erkeği farklı kılanda budur. Bir erkek her şeye karşı dayanır fakat sevdiği insanı kaybetmeye dayanamaz.  Çünkü Erkekler sevdiği kadını sol göğsünün ardından saklar ve en güçlü kaleler içten fethedilir.

9 Nisan 2013 Salı

GÜÇLÜ ERKEK


Bir erkek; daima güçlü olmalıdır. Kadını korumak tabiatın birer vergisi olarak erkeğe armağan edilmiştir. Bir kadın, başını sevdiği erkeğin göğüs kafesine yasladığı dakika onun kalpa atışlarından güven almalı, onun kalp atışlarının melodisinde huzurlu bir uykuya teslim olmalıdır. Onun varlığından güven duymalı, dünyevi-manevi her türlü zor durumda ona sığınmalıdır.

Güçlü olmalıdır erkek. Vazgeçmemelidir. Sevdiği kadının peşinden ne olursa olsun koşmalı, bırakmamalıdır. Pes etmek erkeğe ait bir kavram değildir. İnsan yenilince değil vazgeçince kaybeder. Erkek yenilmemelidir. Yenilmemelidir; çünkü sevdiği kadına güven vermelidir. Başını öne eğmemelidir ne olursa olsun. Tüm şartlar aleyhine de olsa sevdiği kadın için her zorluğa katlanmalı, onun sol göğsünün ardında atan kalp atışlarında atan isim olmak için elinden geleni yapmalı hayatını bunun yolunda tüketmelidir yeri geldiğinde.

Erkek kaçmamalıdır hiçbir zaman acıdan, hüzünden, kötülüklerden. Kırılmaktan korkmamalıdır. Su gibi bulunduğu şekle uyum sağlamalı ve su gibi güçlü olmalıdır. Kırılsa da, yıkılsa da her şeyi bir kenara koyup mücadeleye devam etmelidir. Yalnız da olsa ayağa kalkmalıdır. Güçlü olmalıdır erkek çünkü kadını kollamak erkeğe kılınmış bir yetkidir.

Erkekte ağlamalıdır. Ağlamak insana mahsus bir eylemdir. Tabiat insana vermiştir sadece bu eylemi. Yeri geldiğinde çekingen bir kadın gibi gözyaşlarını gizleyerek, başını öne eğerek ağlamalıdır. Gözlerinden akmalıdır yaşlar. Gözyaşı kalbin zehridir çünkü. Ve bir erkeğin gözyaşı kendini öldürür ancak. Akıtmalıdır. Yine de gözyaşlarını silip ayağa kalkmalı ve mücadeleye devam etmelidir. Pes etmek yenilmektir ve erkek yenilmemelidir. Kaçmamalıdır acılardan. Kalmalı acı çekmeli acı çektikçe sabretmeyi öğrenmeli, susmayı öğrenmeli sustukça ve acılarını kendi yalnızlık boyutunda yaşadıkça olgunlaşmalıdır. Ders almalıdır yeri geldiğinde acılardan. Yıkıldıkça ayağa kalkmalı ve her ayağa kalkışında biraz daha güçlenmelidir. Daha dirençli olmalıdır.

En güçlü erkek ne en iyi dövüş sporunu yapan erkektir ne de en zeki erkek. En güçlü erkek pes etmeyen erkektir. Direnen, mücadeleyi bırakmayan, yıkıldıkça yeniden ayağa kalkmayı öğrenen, kaybetmeyi bilen erkektir. Kaybetmek en güzel zaferdir. Kaybetmeyi bilen insan olgu insandır. Kaybetmenin hissini ezbere bilir ve kazanmanın kıymetini daha iyi bilir. İnsan en büyük zaferi kazandığında ilk yenilgisini alır aslında. Her hayat noktalanmak için başlar her aşk bitmek için doğar ve her zafer bir gün acı içinde kaybedilmek için kazanılır.  Erkeğin amacı en büyük zaferi değil ihtiyacı olan zaferi kazanmak olmalıdır ve gerekirse bunun uğrunda hayatını harcamaktan çekinmemelidir. Vazgeçmek erkeğe ait bir kavram değildir. Çünkü Vazgeçmeyen erkek en güçlü erkektir.



7 Nisan 2013 Pazar

DOĞRU İNSANSIN!

Ayrılık! Belki de bununla ilgili onlarca yazı onlarca şiir yazdım. Kitaplarımın baş teması, yazdığım her yazının perde arkasıydı içine ayrılığı sıkıştırdığım melankoli. Fani ayrılıklardı bunlar. Daha sözde daha geçici. Âşık olmak ve ayrılmak ikilisinden uzaktı ayrılık bu yazılarda. Yıkılsam da ertesi sabah ayağa kalkar direnmeye yeni bir sayfa açıp onlarca insana bunu anlatırdım. Gerçekleri görüp en mantıklı kararı verirdim. Ayrılık benim yazdığım bir kavramadı, senden önce.

Nasıl böylesine sevdim ve nasıl hayatımın her santimetrekaresine hayatımın her dakikasına işledin ben bile farkında değilim. Basit bir merhabayla başladı. İyi geceler dediğin o geççe, melankoli bulutlarının gözbebeklerimden aralandığı andı. Bir gecenin iyi geçmesi için ilk defa bir neden vardı. Karlı bir İstanbul’du o gün. Aralık soğuğuyla pencereler buğulanmıştı ve ben dudaklarıma yabancı olan ismini fısıldadım hava almak adına çıktığım yürüyüşte kar taneleri dudaklarıma konarken usul usul. Çabuk alıştım ismine. “farklı” ilk söylediğim sözcük buydu sana dair. Farklıydın çünkü. Bir günde sayfalarca şiir yazıp ertesi gün “doğru insan”” değil diye uyandığım birçok insandan çok farklıydın. Kimsenin tutmasına izin vermediğim ellerime sahip olabilecek tek insandın belki.

Hayalden öte değildin 140 karaktere sığdırmaya çalıştığım cümleleri sana yazarken. Hayatlarımıza meraklıydık. Aklımdan çıkmıyordun. Yılbaşı gecesi! Belki de hayatımda bir şeylerin yoluna girdiğini hissettiğim ve hayatımın bir anlama kavuştuğu andı 31 Aralık 23.45. birbirimize mutlu seneler dileyerek girmiştik. Mutlu olacaktı senem, sen ve senin dudaklarından çıkan cümleler hayatımın dakikalarından eksik olmadıkça. Yeni yıla seninle girmek adına beklemiştim sana yazmak için. Sana mutlu yıllar dileyerek girmiştim ve sende bana. İstemsizde olsa beni düşünerek ve ismime anarak girmiştin yeni seneye. Mutluluk, lügatime hala yabancı fakat eskisi kadar uzak değildi. Mutluluk sen demekti o dakikadan sonra.

O gece ilkyazımı yazdım sana “çünkü sen doğru insansın” evet sen doğru insandın. Bir kişisel gelişim kitabında sorulan sorunun cevabıydın. 10 yıl sonrada yanımda olmanı isteyeceğim insansın. Güzel gelişiyordu her şey.  Zaman zaman konu kalmıyor saçmalıyorduk. Zaman zaman sohbetlerimiz saatler sürüyordu ve masum bir iyi gecelerle son buluyordu. İyi geçiyordu gecelerim. Başımı yastığa koyduğum dakika ismin soluğuma karışıyordu. Düşlerimin vazgeçilmezinden biriydin sen.

Hayatıma resmen anlam geldiği tarih, o mart akşamı… Rüya gibiydi. Hiç uyanmak istemeyeceğim o rüyanın içinde yaşlanıp o rüyanın içinde son nefesini vermek isteyeceğim kurgusal bir düştü adeta. Melankoli kavramı hızla siliniyor ve melankoli kavramı uzaklaşıyordu hayatımdan. 5 harfli yeni bir sözcükten bahseder olmuştum bundan sona yazılarımda “Huzur”. Varlığın, ses tonun, masamı süsleyen fotoğrafların, duvarlarımda sana ait cümlelerle yazılmış renkli kâğıtlar, avcumun içine ucuz bir tükenmez kalemin ispirtosuyla düştüğüm ismin, soluğuma karışan ismin ve elbette özgürce “seni seviyorum” demenin verdiği huzur… Bir rüyanın içindeydim adeta.

Mekânlar aynı kalmış fakat cümleler değişmişti hayatımda. Hala Beşiktaş iskelesinde başlayıp 18.45 Beykoz vapurunda yazıyordum yazılarımı. Ama artık melankoliyi değil senin verdiğin huzuru anlatıyordum. Ses tonunun kulaklarıma nasıl yerleştiğini, ses tonunu kaybetme ihtimalinin verdiği korkuyla boğazımın düğümlendiği, kalbimin orta noktasına gökyüzünden bir örs düşercesine saplanan ağrıyı anlatıyordum. Seni kaybetmek, hayatımın sonu gibiydi adeta. Hayatıma anlam getiren ve bana güç katan insandın sen. Uzun uzun yazılarımın ardından fotoğrafına bakıp gülümsediğim, senin benim cümlelerimi okurken uyuya kaldığın gecelerde gökyüzüne derin derin bakıp seni kaybetmemek adına ve senden her ne olursa olsun vazgeçmemek adına söz verdiğim insandın sen. Hayatıma anlam gelmişti seninle. Ve sen “doğru insandın”

Bir erkek ancak âşık olduğu kızı anlatır annesine, ufak vurgu ve yer yer kızaran yanaklarla. Ve bir kızda babasına… Sen ilk defa beni dünyaya getiren insana bahsettiğim insandın. “doğru insana sahibim” diyerek başladığım ve “o artık hayatımın tamamı” diyerek noktaladığım sohbetin gizli öznesiydin. Sen, bir şairin ayrılığı şiirlerinden sildiren insandın. Seni kaybetmek bir yıkımın adı olurdu ancak.

İsimlerimizin Baş harflerimize kafiyeli şiirler yazdığım insansın sen, her Cuma bebek iskelesinin ahşap bekleme salonunda. Hisar bebek vapurunda kulağıma süzülen şarkıların sözlerindeki özne, hayatıma anlam katan insan, bir şaire aşkın ayrılıktan fazlası olduğunu anlatan insansın. Hayallerimin öznesisin.

Kaybetme provaları yaşadık zaman zaman, provaları bile felaketti başlı başına. Ağlamamak adına, üst dudağıma ısırarak bir kadın gibi gözyaşlarımı saklayarak hıçkırdığım geceleri dudaklarından düşen “seni seviyorum emre” cümlesiyle unutturan ve iyi geceler mesajıyla gecelerime huzur veren insansın. Doğru insansın çünkü. 127 gün önce söylediğim gibi “sen doğru insansın” bir mayıs ikindisi moda kayalıklarda başını omzuma yasladığı an huzura kavuştuğum ve 11.40 ada vapurunun kınalıya yolculuğunu izlerken kulağına usulca “seni seviyorum” diye fısıldamak istediğim kişisin. İstanbul’un çekingen güzelliği kız kulesinde sırtımı salacağa vererek bir akşam vakti gözbebeklerine bakarak “iyi ki sana seni seviyorum” demek istediğim inşasın. Aylar sonrada yıllar sonrada bir bahar rüzgârıyla üşüdüğün dakika sırtımdaki ceketi omzuna emanet etmek istediğim insansın. Ruhuna, güzelliğine, incir kahvesi gözlerine, masumiyetinin altında birer imza gibi duran bakışlarına, tüm gözyaşlarımı tüm ayrılıklarımı tüm kötü düşünceleri silen ses tonuna bir kitap yazıp adını “aşkın caz hali” verdiğim insansın.

Sevgi sözcüğünün karşılığı, aşk sözcüğünün “tek” öznesi, kaybetmekten ve kırmaktan ölüm kadar çekindiğim, ruhuma mutluluk mevsimini getiren ilk insansın…  Çünkü sen “doğru insansın”



3 Nisan 2013 Çarşamba

"BAMBAŞKAYDI"


Sarılmak! Romanlarda anlatılardan çok daha farklıymış. Ait olmak ve sana ait birini hissetmek kollarının arasında. Farklı. Beklide tüm cümleleri toplasak en iyi özetleyen sözcük bu “farklı”. Aslında farklı olan sana sarılmak belki de.

Gözbebeklerimde yüzünün yansıdığı ve adımlarımın somut varlığına yaklaştığı o an, ayrılıkların, hüznün, kırgınlıkların, soruların ve belki de her şeyin anlamını yitirdiği andı. Sevdiğim insana atıyordum adımlarımı. An ve an yaklaşıyordum. Haftalarca hayaliyle yaşadığım insan birkaç metre ötemdeydi. Ona sarılmak, onu kollarımın arasında hissetmek adına atıyordum adımlarımı. Adımlarım ilk defa bu kadar anlamlıydı belki de. Ve hayatımın en güzel en heyecanlı saniyeleriydi.

Seni kollarımın arasında hissettiğim o an, sana dokunduğum o an zamanın hızla akmaya başladığı, kalbimin bir aşkın kudretiyle atmaya başladığı ve hayatımın resmen anlama kavuştuğu andı. Bırakmak gelmedi içimden. Öylesine sımsıkı sarıldım ki sana… Tüm hücrelerimde hissettim seni. Cümlelerin tükendiği ve seni seviyorum haricindeki tüm cümlelerin değerini yitirdiği andı. Sana sarılıyordum. Hayatımın anlamına, cümlelerini ezberlediğim insana, geceler boyu hayalini kurarak başımı yastığa koyduğum insana, fotoğraflarının masamı süslediği insana, fotoğraflarına günaydın dediğim insana, hayatıma anlam getiren insana sarılıyordum. Kollarımın arasındaydım. İlk defa bu kadar yakındım sana. İlk defa kollarını sırtımda hissediyordum ve kollarım ilk defa sana sarılıyordu. İlktin ve son kalmanı diliyordum dudaklarımın perde arkasında.

Başının sıcaklığını başımın sol yanında hissettiğim o an, zamanın durmasını dakikaların donmasını, akrep ve yelkovanın adımlarının takılı kalmasını geçirdim içimden. Sana sarılmak, ne kutsal duyguymuş diye yineledim birkaç defa sesimi çıkartmaya mecalim kalmayan dudaklarımla. Başının sıcaklığı huzur veriyordu. Yalnızlığı silip süpürüyordu adeta. Ve dudaklarımdan ancak kırçıllı sesimden düşen seni seviyorum cümleleri çıkıyordu.

Son kez sarıldığımızda ise senden ayrı geçecek 4 günün hüznü vardı belki içimde fakat o an, mutluluk aşk heyecan sevinç huzur ve bir aşkın temelinde her ne duygu varsa tümünün hücrelerimde boy gösterdiği andı. Ses tonun kulaklarıma ilk defa bu kadar yakındı ve saç tellerinin arasında sana ait koku, ciğerlerime siniyordu an ve an. Bırakmak gelmiyordu içimden. Zamanın geçmesini istemiyorduk ikimizde, şüphesiz. Böylesine seviyorduk birbirimizi.

Kalp atışların bir iki santim ötemdeydi. Hissediyordum. Ve sol göğsümün ardında senin isminle atan senin kahve gözlerinin ruhumda uyandırdığı şefkati ve neşesi ile atan bir kalp saklıyordum sana. Ve şimdi sende, “senin için atan kalp atışlarımı” hissedecek kadar yakındın bana, kurguladığımız ve cümlelerle somutlaştırıp ölümsüzlüğe teslim ettiğimiz düşlerdeki gibi.

Güzeldi farklıydı gibi klişe sözcükler yerine bambaşkaydı demek istiyorum sadece. Sadece ömrümün sonuna kadar bu sıcaklığı, saç tellerinin yüzümdeki varlığını, kollarımın arasındaki varlığını ve sana sarılmanın ruhumdaki sevincini hissetmek istiyorum. Seni seviyorum “herşeyim.”

2 Nisan 2013 Salı

SADECE BANA YAZ


Klişe tanışmalarla başlayan aşkları sevemedim hiç. Tesadüf kılığında başlayanlar daha gerçekçi ve daha aşkın kalıbına uygun gelmiştir hep.  Birbirinin ruhundan cümlelerinden etkilenen iki insanın aşkı daha cazip gelmiştir  daima. Daha gerçekçi daha üstün. İnanarak sevmek görerek sevmekten daha üstündür çünkü. İnanarak, onun sevgisine, varlığına, cümlelerine, cümlelerin sonuna koyduğu üç noktalarda saklı kelimelere…


Pembe zarflı beyaz kâğıtları aşan üç noktaların ve üç nokta ile ucu sonsuza giden cümlelerin bile yetersiz kaldığı aşk mektupları yazmak istiyorum incir kahvesi gözlerine. "başının sıcaklığını özledim" diye başlamak istiyordum satırlara. Bir sabah, her sabah olduğu gibi yalnızlıkla değil de postacının kapı zilini çalışıyla uyanmak istiyorum, senden gelen bir mektupla. Cümlelerinin zihnimde her noktadan sonra yeni bir anıyı uyandırmasını diliyorum mesela. Sayfalarca mektup yazmanı beklemiyorum. Yâda sayfalarca bana sevgini anlat demiyorum. İncecik parmaklarından ismim yazılsın, bana mütevazı bir seni seviyorum yaz el yazınla... Çok olmasın birkaç cümle yeter. Yormana gerek yok parmaklarını, yorulmanı istemem. Birkaç cümle ve ufak bir seni seviyorum yeter.



El yazınla olsun mutlaka. El yazısı en değerli armağandır fikrimce. El yazısı insanın o anki ruh haini betimler, el yazısı kişiye verilen değeri niteler, klavyeden veya daktilodan yazılan kalıplaşmış ve puntosu tekdüze yazılardan daha değerlidir. İsmini daha özenle yazdığını belli eder mesela el yazısı. İsminin baş harfine kalp iması verir veya kendi isminin baş hafiyle bağdaştırır, klavyenin monoton ve tek düze suni aşk cümlelerinden daha gerçekçidir el yazısı. El yazınla yaz mutlaka tüm mektuplarını. Bir kaç cümle olsa yeter. Benim gibi sayfalarca yazmana gerek yok. Benimki şairlikte, yazarlıktan, fazla sevmekten yâda fazla gevezelikten…  Anılarımızdan bahset… İlk gülüşlerimizden, ilk sakarlıklarımızdan, sana kavuşmanın heyecanıyla sıcak kahveden büyük yudum aldığımda yüzümün nasıl olduğunu ve güldüğünü anlat, ilk bulusmamız gerçeklestiği vakit. biraz beni betimle, palavrada uydurabilirsin. Ellerinin kokusu mutlaka sinsin beyaz kâğıdın her santimetrekaresine. 



 Öyle bir yaz ki defalarca okuyacak kadar derin olsun cümlelerin. Aklıma mıhlansın, hiç çıkmasın. Hep güzel şeylerden bahset. Sakarlıklarımızdan, ilk buluşmamızdan, tanışmamızdan bahset. Cümlelerimi ilk okuduğun dakika içinden ne geçtiğini söyle. Ayrılıkların, eski aşkları, sil at bunları aklından, hatırlama. El yazına anlatma bunları. Sadece benden bahset el yazında. Kimseye yazma başka. Yazım hataları yap, bende bir edebiyat öğretmeni gibi onları fark ettiğimde gülümseme oluşsun yüzünde. Bazı sözcükleri tırnak içine al, palavra da olsa abartılı cümleler kur, sadece bana yaz. Kimi zaman saçmala, anılarını anlat, anılarımızı anlat fakat sadece bana yaz. İstersen hiçbir şey yazma, aklına bir şey gelmiyorsa ismini yaz, ufak bir kalp çiz kâğıdın sağ alt köşesine, istersen onu bile çizme ama sadece bana yaz.

Bumerang - Yazarkafe
script>