25 Nisan 2013 Perşembe
14 Nisan 2013 Pazar
11 Nisan 2013 Perşembe
Kaybetmeye Dair
Aslında ayrılık akşamları yazarların ve şairlerin fazladan
mesai yaptığı akşamlardır. Benim için durum biraz farklı. Fazla mesai yapacak
kadar kedimi iyi hissetmiyorum ve cümleleri başka yazılara saklıyorum. Tek bir
yazıda tüketmek istemiyorum tümünü.
İnsanın canını yakan nedir? Bence sonlar ayrılıklar yâda kaybetmek
değildir. Kaybetmek insanın doğasına ait bir şeydir hatta. Ve kazanmaktır asıl
aykırı olan. Düşünsenize 100 kişinin 1. Olamadığı bir sınavda birinci
oluyorsunuz ve herkesten farklısınız o an.
Karaköy-Haydarpaşa-Kadıköy seferini yapan Sarıyer vapuru. Yine
en üst katındaydım “bitti” temalı cümleleri dudaklarından çıkarttığında. Sonrasında
anlatılacak binlerce düşünce binlerce gözyaşı var belki. Belki bir telefon
başında Kadıköy’ün orta yerinde bir erkeğin ağlaması var ama her şeyden
önemlisi neden bu kadar üzüldüğümdü konu. İlk defa mı kaybediyordum? Hemen hayır
dedim. Sonra düşünmeye başladım telefondaki sesle konuşurken. İlk defa
kaybetmiştim. Çünkü kazandığım ilk insandı o. Ben diğerlerini kaybetmeyi
tatmamıştım hiç çünkü hiç kazanmamıştım, denememiştim bile. Vazgeçmiştim. Ve bugün
vazgeçmediğim için kaybediyordum.
Hayat böyledir. Sizi yapmak istediklerinizle değil yapmak
isterken aklınızdan kaçırdıklarınızla yargılar. Nitekim benimde öylesine kendi
kendimi yargıladığım ve hayatımda önemli bir nokta olabilecek bir yarışmayı
kaçırdım. Çünkü kendimi klişe 19.yy biyografi filmlerinde zannettim oysa 21.yydaydım
ve klişe biyografi filmlerindeki gibi davranmak bir şeye çözüm olmuyormuş. Hatta
düğüm oluyormuş.
Öte yandan “aşk vazgeçmemektir” yazan yazarlarında ne denli yanıldığını anladım.
Öte yandan “aşk vazgeçmemektir” yazan yazarlarında ne denli yanıldığını anladım.
İlk defa kaybediyordum ve b unu bugün fark etmiştim. Vapur Haydarpaşa’dan
kalkıp Kadıköy iskelesine doğru yanaşırken. İlk defa birini, hayatımın anlamı
yerine koyduğum, birini kazanmış ve kaybetmiştim. Ama insanı acıtan kaybetmek
değil de, aynı cümlelerin başka biri için söyleneceğini bilmek belki de. Seni seviyorum
cümlesinin aynı dudaktan çıkıp başka bir erkeğin hayatına anlam katması ve o
erkeğin vereceği değerden gelen endişe. Öte yanandan beni ayağa kaldıran eski
hayat felsefem olmuştu.
+kaybedecek neyim
var?
–hiçbir şey
+o zaman özgürüm.
Çünkü Kaybedecek bir şeyi olmayan insan dünyadaki en özgür
insandır. Öte yandan yerle bir olmuş erkeğin ta kendisidir. Belki de erkeği
farklı kılanda budur. Bir erkek her şeye karşı dayanır fakat sevdiği insanı
kaybetmeye dayanamaz. Çünkü Erkekler sevdiği
kadını sol göğsünün ardından saklar ve en güçlü kaleler içten fethedilir.
Etiketler:
aşk,
aşk yazıları,
marjinal melankoli,
melancholy,
melankoli,
melankolinin günlüğü,
standart melankoli,
yunus emre öksüz şiirleri,
yunus emre öksüz yazıları
9 Nisan 2013 Salı
GÜÇLÜ ERKEK
Bir
erkek; daima güçlü olmalıdır. Kadını korumak tabiatın birer vergisi olarak
erkeğe armağan edilmiştir. Bir kadın, başını sevdiği erkeğin göğüs kafesine yasladığı dakika onun kalpa atışlarından
güven almalı, onun kalp atışlarının melodisinde huzurlu bir uykuya teslim olmalıdır. Onun varlığından
güven duymalı, dünyevi-manevi her türlü zor durumda ona sığınmalıdır.
Güçlü
olmalıdır erkek. Vazgeçmemelidir. Sevdiği kadının peşinden ne olursa olsun koşmalı, bırakmamalıdır. Pes etmek erkeğe ait bir kavram değildir. İnsan
yenilince değil vazgeçince kaybeder. Erkek yenilmemelidir. Yenilmemelidir; çünkü
sevdiği kadına güven vermelidir. Başını öne eğmemelidir ne olursa olsun. Tüm şartlar aleyhine de olsa sevdiği kadın için her zorluğa
katlanmalı, onun sol göğsünün ardında atan kalp atışlarında atan isim olmak için elinden geleni yapmalı hayatını
bunun yolunda tüketmelidir yeri geldiğinde.
Erkek
kaçmamalıdır hiçbir zaman acıdan, hüzünden, kötülüklerden. Kırılmaktan korkmamalıdır.
Su gibi bulunduğu şekle uyum sağlamalı ve su gibi güçlü olmalıdır. Kırılsa da,
yıkılsa da her şeyi bir kenara koyup mücadeleye devam
etmelidir. Yalnız da olsa ayağa kalkmalıdır. Güçlü olmalıdır erkek çünkü kadını
kollamak erkeğe kılınmış bir yetkidir.
Erkekte
ağlamalıdır. Ağlamak insana mahsus bir eylemdir. Tabiat insana vermiştir sadece bu eylemi. Yeri geldiğinde çekingen bir kadın
gibi gözyaşlarını gizleyerek, başını öne eğerek ağlamalıdır. Gözlerinden akmalıdır yaşlar.
Gözyaşı kalbin zehridir çünkü. Ve bir erkeğin
gözyaşı kendini öldürür ancak. Akıtmalıdır. Yine de gözyaşlarını silip ayağa kalkmalı ve mücadeleye devam etmelidir. Pes etmek yenilmektir ve erkek
yenilmemelidir. Kaçmamalıdır acılardan. Kalmalı acı çekmeli acı çektikçe
sabretmeyi öğrenmeli, susmayı öğrenmeli sustukça ve acılarını kendi yalnızlık
boyutunda yaşadıkça olgunlaşmalıdır. Ders almalıdır yeri geldiğinde acılardan. Yıkıldıkça ayağa
kalkmalı ve her ayağa kalkışında biraz daha güçlenmelidir. Daha dirençli olmalıdır.
En
güçlü erkek ne en iyi dövüş sporunu yapan erkektir ne de en zeki
erkek. En güçlü erkek pes etmeyen erkektir. Direnen, mücadeleyi bırakmayan,
yıkıldıkça yeniden ayağa kalkmayı öğrenen, kaybetmeyi bilen erkektir. Kaybetmek
en güzel zaferdir. Kaybetmeyi bilen insan olgu insandır. Kaybetmenin hissini
ezbere bilir ve kazanmanın kıymetini daha iyi bilir. İnsan en büyük zaferi
kazandığında ilk yenilgisini alır aslında. Her hayat noktalanmak için başlar her aşk bitmek için doğar ve her zafer bir gün acı içinde kaybedilmek için kazanılır. Erkeğin amacı
en büyük zaferi değil ihtiyacı olan zaferi kazanmak olmalıdır ve gerekirse
bunun uğrunda hayatını harcamaktan çekinmemelidir. Vazgeçmek erkeğe ait bir
kavram değildir. Çünkü Vazgeçmeyen erkek en güçlü erkektir.
7 Nisan 2013 Pazar
DOĞRU İNSANSIN!
Ayrılık! Belki de bununla ilgili onlarca yazı onlarca şiir
yazdım. Kitaplarımın baş teması, yazdığım her yazının perde arkasıydı içine
ayrılığı sıkıştırdığım melankoli. Fani ayrılıklardı bunlar. Daha sözde daha
geçici. Âşık olmak ve ayrılmak ikilisinden uzaktı ayrılık bu yazılarda.
Yıkılsam da ertesi sabah ayağa kalkar direnmeye yeni bir sayfa açıp onlarca
insana bunu anlatırdım. Gerçekleri görüp en mantıklı kararı verirdim. Ayrılık
benim yazdığım bir kavramadı, senden önce.
Nasıl böylesine sevdim ve nasıl hayatımın her
santimetrekaresine hayatımın her dakikasına işledin ben bile farkında değilim.
Basit bir merhabayla başladı. İyi geceler dediğin o geççe, melankoli
bulutlarının gözbebeklerimden aralandığı andı. Bir gecenin iyi geçmesi için ilk
defa bir neden vardı. Karlı bir İstanbul’du o gün. Aralık soğuğuyla pencereler
buğulanmıştı ve ben dudaklarıma yabancı olan ismini fısıldadım hava almak adına
çıktığım yürüyüşte kar taneleri dudaklarıma konarken usul usul. Çabuk alıştım
ismine. “farklı” ilk söylediğim sözcük buydu sana dair. Farklıydın çünkü. Bir
günde sayfalarca şiir yazıp ertesi gün “doğru insan”” değil diye uyandığım
birçok insandan çok farklıydın. Kimsenin tutmasına izin vermediğim ellerime
sahip olabilecek tek insandın belki.
Hayalden öte değildin 140 karaktere sığdırmaya çalıştığım
cümleleri sana yazarken. Hayatlarımıza meraklıydık. Aklımdan çıkmıyordun.
Yılbaşı gecesi! Belki de hayatımda bir şeylerin yoluna girdiğini hissettiğim ve
hayatımın bir anlama kavuştuğu andı 31 Aralık 23.45. birbirimize mutlu seneler
dileyerek girmiştik. Mutlu olacaktı senem, sen ve senin dudaklarından çıkan
cümleler hayatımın dakikalarından eksik olmadıkça. Yeni yıla seninle girmek
adına beklemiştim sana yazmak için. Sana mutlu yıllar dileyerek girmiştim ve
sende bana. İstemsizde olsa beni düşünerek ve ismime anarak girmiştin yeni
seneye. Mutluluk, lügatime hala yabancı fakat eskisi kadar uzak değildi.
Mutluluk sen demekti o dakikadan sonra.
O gece ilkyazımı yazdım sana “çünkü sen doğru insansın” evet
sen doğru insandın. Bir kişisel gelişim kitabında sorulan sorunun cevabıydın.
10 yıl sonrada yanımda olmanı isteyeceğim insansın. Güzel gelişiyordu her
şey. Zaman zaman konu kalmıyor
saçmalıyorduk. Zaman zaman sohbetlerimiz saatler sürüyordu ve masum bir iyi
gecelerle son buluyordu. İyi geçiyordu gecelerim. Başımı yastığa koyduğum
dakika ismin soluğuma karışıyordu. Düşlerimin vazgeçilmezinden biriydin sen.
Hayatıma resmen anlam geldiği tarih, o mart akşamı… Rüya
gibiydi. Hiç uyanmak istemeyeceğim o rüyanın içinde yaşlanıp o rüyanın içinde
son nefesini vermek isteyeceğim kurgusal bir düştü adeta. Melankoli kavramı
hızla siliniyor ve melankoli kavramı uzaklaşıyordu hayatımdan. 5 harfli yeni
bir sözcükten bahseder olmuştum bundan sona yazılarımda “Huzur”. Varlığın, ses
tonun, masamı süsleyen fotoğrafların, duvarlarımda sana ait cümlelerle yazılmış
renkli kâğıtlar, avcumun içine ucuz bir tükenmez kalemin ispirtosuyla düştüğüm
ismin, soluğuma karışan ismin ve elbette özgürce “seni seviyorum” demenin
verdiği huzur… Bir rüyanın içindeydim adeta.
Mekânlar aynı kalmış fakat cümleler değişmişti hayatımda.
Hala Beşiktaş iskelesinde başlayıp 18.45 Beykoz vapurunda yazıyordum
yazılarımı. Ama artık melankoliyi değil senin verdiğin huzuru anlatıyordum. Ses
tonunun kulaklarıma nasıl yerleştiğini, ses tonunu kaybetme ihtimalinin verdiği
korkuyla boğazımın düğümlendiği, kalbimin orta noktasına gökyüzünden bir örs
düşercesine saplanan ağrıyı anlatıyordum. Seni kaybetmek, hayatımın sonu
gibiydi adeta. Hayatıma anlam getiren ve bana güç katan insandın sen. Uzun uzun
yazılarımın ardından fotoğrafına bakıp gülümsediğim, senin benim cümlelerimi
okurken uyuya kaldığın gecelerde gökyüzüne derin derin bakıp seni kaybetmemek
adına ve senden her ne olursa olsun vazgeçmemek adına söz verdiğim insandın
sen. Hayatıma anlam gelmişti seninle. Ve sen “doğru insandın”
Bir erkek ancak âşık olduğu kızı anlatır annesine, ufak
vurgu ve yer yer kızaran yanaklarla. Ve bir kızda babasına… Sen ilk defa beni
dünyaya getiren insana bahsettiğim insandın. “doğru insana sahibim” diyerek
başladığım ve “o artık hayatımın tamamı” diyerek noktaladığım sohbetin gizli
öznesiydin. Sen, bir şairin ayrılığı şiirlerinden sildiren insandın. Seni
kaybetmek bir yıkımın adı olurdu ancak.
İsimlerimizin Baş harflerimize kafiyeli şiirler yazdığım
insansın sen, her Cuma bebek iskelesinin ahşap bekleme salonunda. Hisar bebek
vapurunda kulağıma süzülen şarkıların sözlerindeki özne, hayatıma anlam katan
insan, bir şaire aşkın ayrılıktan fazlası olduğunu anlatan insansın.
Hayallerimin öznesisin.
Kaybetme provaları yaşadık zaman zaman, provaları bile
felaketti başlı başına. Ağlamamak adına, üst dudağıma ısırarak bir kadın gibi
gözyaşlarımı saklayarak hıçkırdığım geceleri dudaklarından düşen “seni
seviyorum emre” cümlesiyle unutturan ve iyi geceler mesajıyla gecelerime huzur
veren insansın. Doğru insansın çünkü. 127 gün önce söylediğim gibi “sen doğru
insansın” bir mayıs ikindisi moda kayalıklarda başını omzuma yasladığı an
huzura kavuştuğum ve 11.40 ada vapurunun kınalıya yolculuğunu izlerken kulağına
usulca “seni seviyorum” diye fısıldamak istediğim kişisin. İstanbul’un çekingen
güzelliği kız kulesinde sırtımı salacağa vererek bir akşam vakti gözbebeklerine
bakarak “iyi ki sana seni seviyorum” demek istediğim inşasın. Aylar sonrada
yıllar sonrada bir bahar rüzgârıyla üşüdüğün dakika sırtımdaki ceketi omzuna
emanet etmek istediğim insansın. Ruhuna, güzelliğine, incir kahvesi gözlerine,
masumiyetinin altında birer imza gibi duran bakışlarına, tüm gözyaşlarımı tüm
ayrılıklarımı tüm kötü düşünceleri silen ses tonuna bir kitap yazıp adını
“aşkın caz hali” verdiğim insansın.
Sevgi sözcüğünün karşılığı, aşk sözcüğünün “tek” öznesi,
kaybetmekten ve kırmaktan ölüm kadar çekindiğim, ruhuma mutluluk mevsimini
getiren ilk insansın… Çünkü sen “doğru
insansın”
3 Nisan 2013 Çarşamba
"BAMBAŞKAYDI"
Sarılmak! Romanlarda anlatılardan
çok daha farklıymış. Ait olmak ve sana ait birini hissetmek kollarının
arasında. Farklı. Beklide tüm cümleleri toplasak en iyi özetleyen sözcük bu
“farklı”. Aslında farklı olan sana sarılmak belki de.
Gözbebeklerimde yüzünün yansıdığı
ve adımlarımın somut varlığına yaklaştığı o an, ayrılıkların, hüznün,
kırgınlıkların, soruların ve belki de her şeyin anlamını yitirdiği andı.
Sevdiğim insana atıyordum adımlarımı. An ve an yaklaşıyordum. Haftalarca hayaliyle
yaşadığım insan birkaç metre ötemdeydi. Ona sarılmak, onu kollarımın arasında
hissetmek adına atıyordum adımlarımı. Adımlarım ilk defa bu kadar anlamlıydı belki
de. Ve hayatımın en güzel en heyecanlı saniyeleriydi.
Seni kollarımın arasında
hissettiğim o an, sana dokunduğum o an zamanın hızla akmaya başladığı, kalbimin
bir aşkın kudretiyle atmaya başladığı ve hayatımın resmen anlama kavuştuğu
andı. Bırakmak gelmedi içimden. Öylesine sımsıkı sarıldım ki sana… Tüm
hücrelerimde hissettim seni. Cümlelerin tükendiği ve seni seviyorum haricindeki
tüm cümlelerin değerini yitirdiği andı. Sana sarılıyordum. Hayatımın anlamına,
cümlelerini ezberlediğim insana, geceler boyu hayalini kurarak başımı yastığa
koyduğum insana, fotoğraflarının masamı süslediği insana, fotoğraflarına günaydın
dediğim insana, hayatıma anlam getiren insana sarılıyordum. Kollarımın
arasındaydım. İlk defa bu kadar yakındım sana. İlk defa kollarını sırtımda
hissediyordum ve kollarım ilk defa sana sarılıyordu. İlktin ve son kalmanı
diliyordum dudaklarımın perde arkasında.
Başının sıcaklığını başımın sol
yanında hissettiğim o an, zamanın durmasını dakikaların donmasını, akrep ve
yelkovanın adımlarının takılı kalmasını geçirdim içimden. Sana sarılmak, ne
kutsal duyguymuş diye yineledim birkaç defa sesimi çıkartmaya mecalim kalmayan
dudaklarımla. Başının sıcaklığı huzur veriyordu. Yalnızlığı silip süpürüyordu
adeta. Ve dudaklarımdan ancak kırçıllı sesimden düşen seni seviyorum cümleleri
çıkıyordu.
Son kez sarıldığımızda ise senden
ayrı geçecek 4 günün hüznü vardı belki içimde fakat o an, mutluluk aşk heyecan
sevinç huzur ve bir aşkın temelinde her ne duygu varsa tümünün hücrelerimde boy
gösterdiği andı. Ses tonun kulaklarıma ilk defa bu kadar yakındı ve saç
tellerinin arasında sana ait koku, ciğerlerime siniyordu an ve an. Bırakmak
gelmiyordu içimden. Zamanın geçmesini istemiyorduk ikimizde, şüphesiz.
Böylesine seviyorduk birbirimizi.
Kalp atışların bir iki santim
ötemdeydi. Hissediyordum. Ve sol göğsümün ardında senin isminle atan senin
kahve gözlerinin ruhumda uyandırdığı şefkati ve neşesi ile atan bir kalp
saklıyordum sana. Ve şimdi sende, “senin için atan kalp atışlarımı” hissedecek
kadar yakındın bana, kurguladığımız ve cümlelerle somutlaştırıp ölümsüzlüğe
teslim ettiğimiz düşlerdeki gibi.
Güzeldi farklıydı gibi klişe
sözcükler yerine bambaşkaydı demek istiyorum sadece. Sadece ömrümün sonuna
kadar bu sıcaklığı, saç tellerinin yüzümdeki varlığını, kollarımın arasındaki
varlığını ve sana sarılmanın ruhumdaki sevincini hissetmek istiyorum. Seni seviyorum
“herşeyim.”
2 Nisan 2013 Salı
SADECE BANA YAZ
Klişe
tanışmalarla başlayan aşkları sevemedim hiç. Tesadüf kılığında başlayanlar daha gerçekçi ve daha aşkın kalıbına uygun gelmiştir
hep. Birbirinin ruhundan cümlelerinden
etkilenen iki insanın aşkı
daha cazip gelmiştir daima. Daha gerçekçi daha üstün. İnanarak sevmek
görerek sevmekten daha üstündür çünkü. İnanarak, onun sevgisine, varlığına,
cümlelerine, cümlelerin sonuna koyduğu üç noktalarda saklı kelimelere…
Pembe zarflı beyaz kâğıtları aşan üç noktaların ve üç nokta ile ucu sonsuza giden cümlelerin bile yetersiz
kaldığı aşk mektupları yazmak istiyorum incir kahvesi
gözlerine. "başının sıcaklığını özledim" diye başlamak istiyordum satırlara. Bir sabah, her sabah olduğu
gibi yalnızlıkla değil de postacının kapı zilini çalışıyla uyanmak istiyorum, senden gelen
bir mektupla. Cümlelerinin zihnimde her noktadan sonra yeni bir anıyı
uyandırmasını diliyorum mesela. Sayfalarca mektup yazmanı beklemiyorum. Yâda
sayfalarca bana sevgini anlat demiyorum. İncecik parmaklarından ismim yazılsın,
bana mütevazı bir seni seviyorum yaz el yazınla... Çok olmasın birkaç cümle
yeter. Yormana gerek yok parmaklarını, yorulmanı istemem. Birkaç cümle ve ufak
bir seni seviyorum yeter.
El yazınla olsun mutlaka. El yazısı en
değerli armağandır fikrimce. El yazısı insanın o anki ruh haini betimler, el
yazısı kişiye verilen değeri niteler, klavyeden
veya daktilodan yazılan kalıplaşmış
ve puntosu tekdüze yazılardan daha değerlidir. İsmini daha özenle yazdığını
belli eder mesela el yazısı. İsminin baş harfine kalp iması verir veya kendi isminin baş hafiyle bağdaştırır, klavyenin monoton ve tek düze suni aşk cümlelerinden daha gerçekçidir el yazısı. El yazınla yaz
mutlaka tüm mektuplarını. Bir kaç cümle olsa yeter. Benim gibi sayfalarca
yazmana gerek yok. Benimki şairlikte,
yazarlıktan, fazla sevmekten
yâda fazla gevezelikten… Anılarımızdan
bahset… İlk gülüşlerimizden, ilk sakarlıklarımızdan,
sana kavuşmanın heyecanıyla sıcak kahveden büyük yudum
aldığımda yüzümün nasıl olduğunu ve güldüğünü anlat, ilk bulusmamız gerçeklestiği
vakit. biraz beni betimle, palavrada uydurabilirsin. Ellerinin kokusu mutlaka
sinsin beyaz kâğıdın her santimetrekaresine.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)