31 Mayıs 2012 Perşembe

ŞİZOFRENİ

Sevimlisin, sevimliyiz uzak geçmişlerde,
Aynalar, sen kokuyor. Siluetine aşina…
Sen dolu bir geçmiş, sen kokuyor, dudakların kokuyor…
Yırtık bir fotoğraf edasında doğuyor günler dünyama
Kırık bir çerçevenin içinde can çekişen iki ruhani gibiyiz
Senin eski günlerden kalma bakışların bakışlarımın yanında
Sen kokuyor hatıralarım…
Seninle yaşıyorum, seninle uyanıyorum, seninle konuşuyorum
Her sabah günaydın diyorsun bana, mutlu sayılırım…
Her gece göğsüme yaslıyorsun sıcacık başını, saçlarını salıyorsun
Saçların kokuyor gecelerim, sen kokuyor günlerim…
Sana dokunmak seninle uyumak istiyorum, ama bu imkânsız…
Tek bu somut yoksunluk acıtıyor kalbimi…
 Her şeyin farkındayım, sen gittin, yoksun, uzaktasın, hatırında değilim

Ben bir şizofreni oynuyorum, her sabah seninle uyanış dakikalarında
Böylesi de güzel, senin hayalinle yaşamak, dokunamamak acıtsa da
Senin hayalinle öpüşme diyalogları ve senin hayalinle konuşmak…
Sana dokunamamak, seni diğer insanların görmemesi, bilmemesi
Ve seninle yaşadığım hatıraların gerçek olmayışı acıtıyor sadece beni
Farkındayım her şeyin, ben bir şizofreni oynuyorum gittiğinden beri


Sen kokuyor hatıralarım, sen kokuyor geceler,
Uzak geçmişler yakınlaşıyor gözlerimi kapadığımda…
Sensizlik denilen soyut yoksunluk ortadan kalkıyor
Kokunu derin içime çekebiliyorum, Ve en önemlisi insanlar beni değil de bizi görüyor,
Şizofreninin zihnimde çizdiği sen modelinden;
Şizofreninin çizdiği yalancı sen taslaklarından,
Daha gerçekçi oluyor öpüşmeler, yüzünü hissediyorum
Ellerini tutuyorum, kokunu içime sığdırabiliyorum
Seni hissediyorum tekrar, düşte olsan seni öpüyorum
Bu sırada başucuma geliyorsun, beni dürtüyorsun,
Biliyorum aslında başucumdaki sen, sen değilsin
Şizofreninin zihnimde çizdiği taslaklardan herhangi biri,
Fakat hayalde olsan senin kokunu hissedebilmek,
Senin dudaklarının dudaklarımın dokusuna değdiğini hissetmek
Hayalde olsan seni görmek, mutluluk katıyor ruhuma azami miktarda
Her şeyin farkındayım, ben bir şizofreni oynuyorum…


Yunus Emre Öksüz.


ÖNEMLİ OLAN...


Sen ne kadar ağlarsan ağla birileri kahkahalarıyla ortalığı çınlatıyor. Sen ne kadar uzakta olursan ol, ne kadar insanlardan uzaklaşmaya çalışsan da birileri yakınında. Sen ne kadar üzerine yorganı çekip yeni güne uyanmayı reddetsen de yeni bir gün doğuyor. Sen yaşamaktan vazgeçsen de birileri yaşıyor, birileri ölüyor, birileri ayrılıyor, birileri âşık oluyor. Kısaca senin ne yaptığın, hayata nasıl baktığın kimsenin umurunda değil. Önemli olan sana verilmiş bu sayılı günleri kayda değer nitelikte kullanmak. Her şeye inat yataktan kalmak her şeye inat yeni bir güne uyanmak hayata ve tüm insanlara inat yaşamak; âşık olmak, ayrılmak, nefes almak, gülmek…

27 Mayıs 2012 Pazar

BELKİDE HEP İMKANSIZ KALMALIYDI

Hayat neden onu imkânsızken benim yanıma getirdi? Hep busoruyu soruyorum kendime. O imkânsızdı çünkü… Onunla sevgili olma ihtimalim bir yana tanışma ihtimalimiz bile yoktu. O benim facebook fotoğraflarının karşısında hayranlıkla saatler geçirdiğim; tweetlerini okuyup her anından haberdar oldum kişiydi. Böylesi daha güzeldi sanırım. Aynı şehirde yaşayan iki yabancıydık. Aynı gökyüzünün altında nefes alan, aynı yağmurun altında ıslanan birbirinden habersiz iki kişiydik. Onun ismini öğrendiğim ilk andan itibaren günlerim bir caddede karşılaşma ihtimalleriyle geçiyordu. Son anda yakaladığım otobüste ki tek boş koltuğun onun yanı olması veya güneşli bir günde aynı vapurun farklı güvertelerinde olma ihtimaliyle geçiyordu günlerim böylesi çok daha güzeldi.

 
O imkânsızken hayat onu bir anda yanıma kadar getirdi. İmkânsız dediğim, tanışma ihtimalimi bile hayal edemeyeceğim insan burnumun dibine geldi. Baştan her şey güzeldi. Ona karşı hayranlık olarak yaşayan duygular aşka dönüştü. Aşk gözlerimi kör etti, şiirlerimi esir aldı önceleri sadece bilgisayar başında aklıma gelirken şimdi her an aklımda oldu. Her anım onunla dolu oldu. Artık sesini duyabiliyor, sabahları günaydın mesajlarıyla uyanıyor ve her sabah ona günaydın deme fırsatını buluyordum. O günler hayal kadar güzeldi… Hayata teşekkür ediyordum.
 
Fakat şimdi yaşadığım her gün farklı bir facia. Onun yanında, ona nazaran aldığım nefesler, onun başkasının ellerini tuttuğunu gördüğüm saatler… Kısaca onun benden ayrı olduğu her vakit ve her gün farklı bir facianın içindeyim. Daha beş altı ay öncesine kadar teşekkür ettiğim hayata şimdi lanetler yağdırıyorum. Ve aynı soru “neden o imkânsız kalmadı? Neden hayat onu burnumun dibine kadar getirdi? Neden onun kokusunu ciğerlerime teneffüs etme şansı buldum? “ aynı sorular büyüyor gidiyor. Belki de… İle başlıyor cümleler. Artık ona dair kurulan cümlelerin neredeyse tümünde belkilerle başlıyor cümleler. Uzuyor, gidiyor. Belkiler çoğalıyor… Belki de hep imkânsız kalmalıydı. Belki de imkânsızken her şey daha güzel olurdu. Belki de onunla bir akşam vakti tesadüfen aynı caddede yürüme ve karşılaşma ihtimallerimizin ruhuma hüküm sürdüğü günler daha güzeldi…

25 Mayıs 2012 Cuma

ONUNLA GEÇEN ZAMAN DİLİMİ

Bakışları öylesine berrak ve sakindi ki; durgun bir okyanustu sanki mavi gözleri o an… Ve ben gözlerinde süzülen ‘hayaller şilebinin’ yolcusuydum sanki. O kadar derin bakıyordu ki kalbimin en ücra köşelerine sakladığım aşk hisleri uyanıyordu. Kalbimde şiddetli bir aşk fırtınası başlıyordu. Mavi gözleri beni başka bir gezegene sürüklüyordu.
Derin bakışlarına süzülüyordu hayallerim.. sadece bunu hatırlıyorum. Gözlerini izlediğim zaman dilimi kısacık gelmişti o an. Sadece bakıyordum. Susuyordum. Konuşamıyordum. Kendime konuşma gücünü hissedemiyordum. Bakışlarından etkilenmemek mümkün değildi. Bakışlarının kendine has kokusu sarmıştı sanki gözlerini. Okyanus mavisi gözlerine damlıyordu hayallerim. Ve ben o hayaller denizinin şairiydim o an. Dudaklarımda kilitleniyordu içimde uyanan aşk duygularına nazaran kafiyelenen şiirler. Dudaklarımda mavi gözlerine dair şiirlerin trafiği vardı. Suskunluğu, masmavi gözleri, kahve saçlarının arasına özenle yerleştirilmiş sarıya çalan ince saç telleri… masal kitaplarından kopan bir sayfa gibiydi onunla geçen zaman dilimi.

ADI YALNIZLIK


Birileri hep gidiyor... Sen ne yaparsan yap ve ne dersen de gidiyorlar. Öznelerin yerine koyduğun isimler değişiyor... Her giden ismin yerine farklı bir isim yerleşiyor, farklı bir sevgi filizleniyor… Fakat bir zaman sonra aşkın sonbaharı ona da uğruyor ve o da gidiyor. Önce adı ayrılık oluyor tüm bu veda seçmelerinin. Ayrılığa dair şiirler okunuyor, şiirler yazılıyor, ayrılığa dair şarkılar uğruyor zihinlere. Sonra bu ayrılık boyut değiştiriyor. Ayrılıklar hasrete dönüşüyor bir zaman sonra. Onun hasretini sürüyorsun ruhuna melankoli kaftanını giydirip. Haftalar oluyor haftalar ayları getiriyor peşinden. Belki yıllar oluyor.

Ayrılıklar eskiyor hasretlerin de boyutlarda değiştiriyor. Yalnızlık oluyor en sonunda adı. Fakat yalnızlık farklı bir boyut kazanıyor. Öyle ki her söyleyişinden sonra derin bir nefes alıyorsun zihnine akın eden düşünce kabilesinden kurtulmak adına. Yalnızlıklar büyüyor. Hayatını kaplıyor. Her tarafını sarıyor sis gibi... Etrafını görmeyi bırak önünü göremez hale geliyorsun. Adeta esir alıyor seni kendi zindanına. Adam gibi yalnızlıkları özler oluyorsun. Yalnızlıkların bile boyutu değişiyor. Farklı acıtıyor insanı.

Zaman geliyor öyle alışıyorsun ki bu yalnızlığa birinin gelip o boşluğu doldurmasından korkuyorsun. Ruhunda ki isyankâr duygular aşkı yalanlıyor. Kalbinde binler isyan çıkıyor o yalnızlığa dolduracak aşklara karşı. Hissetmez oluyor duyguların üzerine çöken yalnızlığa. Hissizleşiyorsun yaşadığın her gün. Yalnızlık seni her geçen saniye daha da esiri ediyor. İçine yerleşiyor. Senden bir parça olup çıkıveriyor karşına. Adam gibi yalnızlıkları özlediğin günleri özleyeceğin günleri özler oluyorsun... Her geçen gün farklı bir felaketi yaşıyorsun. Yalnızlık her ne kadar her anında olsa da her ne kadar sabah uyandığında yatağın boş kısmıyla senin canını acıtsa da asıl yalnızlık depremi birleşen elleri gördüğünde yıkılıyor seni... İçine kapanıyorsun. Her geçen gün biraz daha çekiliyorsun hayattan. Yalnızlığın pençesinde her geçen gün biraz daha ağırlaşıyorsun. Fakat yalnızlık öylesine hissiyatına yerleşmiş ki bunun bile farkında olmuyorsun.

24 Mayıs 2012 Perşembe

KATİL:UNUTMAK ; MAKTUL SEN VE AŞK


Bazen de ne yaparsan yap onu kaybediyorsun. Hatta o seni değil, sen onu bırakıp gitmek zorunda kalıyorsun. Ansızın bindiğin otobüste veya son anda yetiştiğin vapurda onu gördüğünde sen başını çevirmek zorunda kalıyorsun. Suçluymuşçasına gerçekleşiyor eylemler. Oysa gitmek isteyen, sana veda imgeleriyle davranan o ve dudaklarını sana kilitleyip gitmeye yeltenen o... fakat susan, gördüğünde utanırmışçasına başını önüne eğen, göz gelme anlarında gözlerini kaçırmak zorunda kalan sensin.

Hayat öyle yâda böyle seni ondan ayrılmak zorunda bırakıyor. Başka ellerin kokusu siniyor kimi zaman onun avuçlarının mis kokusunun üzerine. Yâda senin ansızın yetiştiğin vapurda onu başkasının kollarının arasında görüyorsun. İçin acısa da bu işkenceyi daha fazla kendine çektirmemek için yapacağın tek bir şeye kalıyor. Unutmak palavrasından bahsetmek istemesem de maalesef unutmak zorunda kalıyorsun. Unutuyor musun? Elbette cevabı kocaman bir hayır. Fakat unutmuşçasına davranıyorsun. unutmak bir aşkın katiliyse azmettiricisi o olmasına rağmen kendi aşkının katili oluyorsun. Katil sen oluyorsun. Maktül ise sen olduğun, senin duyguların olduğu halde görünür de o oluyor. Onca yaşanan anıdan sonra tıpkı ilk günlerdeki tiyatroyu sahneliyorsun onunla karşılaşma anlarında, tanıyorum imgeleriyle gerçekleşiyor eylemler. Çünkü eski sevdiğin ruh gitmiş yerine bambaşka biri gelmiş oluyor. Öyle ki dudaklarındaki ılık tebessümden tut ta gözlerindeki şımarık gülüşleri hatta ansızın ve zamansız çalan telefonları özlüyorsun. Ama geri gelmiyor gelemeyecekte. Sadece özlemekle yetiniyorsun. Sadece canını acıttığınla kalıyorsun. Fark ediyorsun ki gerçekten eski sevdiğin ruh ölmüş ve yeni bir ruh bekçiliğini yapıyor aynı bedene.

İçinde ölen duygulara ve kırılan kalbine rağmen sevmeye devam ediyor, her gece yastığına ona dair gözyaşlarını siliyorsun uyku öncesi seanslarında. Özlüyorsun özledikçe hasretler değişiyor. Boyutları değişiyor. Eski hasretleri özler oluyorsun. Uzakta olmasının bile sana veremeyeceği boyutlara ulaşıyor yakınında olması ve her an hayatın onu karşına çıkartmasının verdiği acılar. Nitekim dayanamıyorsun. Hayattan kopuyorsun bir zaman. Her şeyi bırakıyorsun. Kendini akan zamana bırakıyorsun. Sonra çözümün bu olmadığını anlıyor ve aşk saçmalarına gene takılarak hayatına devam etmeye çalışıyorsun. Fakat hayat onsuz kaldığı yerden devam etmiş gibi görünse de aslında sen bir aşk eskimiş oluyorsun... Fakat her zamanki gibi bunların hiçbirini bilmemiş duymamış hatta okumamış oluyor sadece yazdığınla kalıyorsun. Sen sadece aşkınızın son çırpınışlarının katili oluyorsun.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

AŞKIN YARISI AYRILIK


“Bitti” der dudakları. İçinde bir şeyler kopar. İnanmak istemezsin. Kabus olduğunu düşünürsün ilk birkaç saniye. Onun uzaklaşan adımlarını ve gözlerinin pınarlarına akseden katreleri hissettiğin zaman bunun gerçek olduğunu farkına varsan da her şey için geçtir. “bitti” sözü yankılanır tam bu anda kulaklarında. Aynı sözcük binlerce defa tekrarlanır zihninin sokaklarında.

Adımlar uzaklaşıyordur ve arkasından seslenirsin. Bunun bir şeyi değiştirmeyeceğini aslında sende çok iyi biliyorsundur fakat umut denen seçmelerden bir çıkar ortaya o anda. Son bir umut der kalbin zihnine. Sen bunu duymazsın. “dur” diye seslenirsin ayrılığın ve terk edilmişliğin gölgesi düşen kırçıllı sesinle. Durmaz bir daha ve seslenirsin belki. Tıpkı nabzı duran bir bedene uygulanan kalp masajı gibidir “dur” diye çıkan tiz çığlıkların. Oysa dursa ne değişecektir ki? Üstelik durmayacağını, yoluna devam edeceğini de bilirsin. Ama her Romeo ve Juliet sahnelenirken Romeo’nun ölüm sahnesinde her defasında dudaklardan çıkan hayır çığlıkları gibi dur der dudakların. Biliyorsundur aslında en başından. Durmayacaktır. Yoluna devam edecektir. Duran sen olursun olduğun yerde.
Bu ayrılık depreminin ilk dakikalarından sonra gözlerine katreler akın eder. İlk şokun ardından bir fırtınadır alır kalbini. Deniz kenarında bir banka oturur “bitti” dersin. Oysa biten nedir ki? Cevap bellidir, aşkın ilk yarısı. Aşk bitmemiştir ve aşk bitmez. Aşkın ikinci yarısı başlamıştır o an. Adı ayrılıktır ve alışmak istemezsin. Çünkü hep aşkı ayrılıkla tanımlayacaksındır zihninde. Her film nasıl finaliyle akıllarda iz bırakıyorsa aşk dendi mi gözyaşların gelecektir aklına onca güzel geçen zamana rağmen.

Asıl aşk şimdi başlıyordur aslında. Asıl yoğun duygular, asıl kaybetmenin gerçek sureti şimdi çıkıyordur ortaya. İlk zamanlar, Gözlerden hiç yaş eksik olmaz diye düşünsen de; gözler ağlamaktan yorulur. Fakat kalp hala sevmeye devam edecektir. Yasak meyve olmuştur o an sevgili çünkü. Sadece güzel yanlarını hatırlarsın, sadece güzel geçirilen zamanları düşünürsün. Geri kalan silinir. Asıl aşk şimdi başlıyordur. Asıl aşk el ele tutuşan iki insan gördüğünde neşrediyordur kalbinde.

Bir bakıma bedellidir bu güzel geçen zamanların. Her şeye rağmen güzel diyebilmek olsa da asıl önemli olan eski günlerin geri gelmesi adına yakınır herkes. Sonuçta onca geçen güzel anıların ardından bu mutsuz tablonun içinden hiç kimse istemez mutlu fotoğrafları avuçlarının içinde saklamayı. Nitekim gitgide ağırlaştığını hissedersin. Fakat tam tersine yavaş yavaş alışıyorsundur. Nasıl ki sabahları günaydın telefonlarına alıştıysan, nasıl ki aniden dudaklarına konan masum öpücüklere alıştıysan buna da alışıyorsundur. Fakat farkında değilsindir.

Aşkın ikinci yarısıdır ayrılık. Aşkı tamamlayandır. Aşk bir filmse finali, aşk bir romansa sonucu, aşk bir müzikse son dizedir ayrılık. Belki de aşka dair her şeyin öğrenildiği bölümdür. Aslında ayrılık, gerçek aşkın zorluklarının hissedildiği, aşkın ne denli ağır bir yük olduğunu görüldüğü bir kısımdır. Ayrılık aşktan ayrılacak bir olay değildir. Ayrılık ve aşk birbirine bağlıdır. Ayrılık yoksa aşkta yoktur çünkü. Aşk sevgi ister ve eğer sevgi varsa ayrılıkta olmalıdır onun kıymetini anlamak adına. Yada O’ zamirine getireceğin farklı isimlerin kıymetini anlamak adına.

Ayrılık aşkın hazan mevsimi gibi görülür. Öyledir de bir bakıma. Sonbaharda ve kıştan sonra nasıl tabiat yeni bir bahara uyanırsa kalpte bu ayrılığın ardından yeni bir aşka uyanacaktır. Ve gene ayrılık olacaktır sonunda. Gene hüzün olacaktır. Çünkü aşkın bir parçasıdır ayrılık. Ayrılık aşkın yarısıdır.

20 Mayıs 2012 Pazar

Melankolinin Günlüğü

Her ruhun klişe hastalığı melankoli ve melankolinin günlüğü...

İyi geceler, sabah oldu
Ve ben geldim.
Bumerang - Yazarkafe
script>