Dalgalı saçları şımarık tebessümlerinin kıyısından salınıyordu.
Dudakları, insanda aşk duygusunu uyandıran dudakları; karşımda durmuştu.“nasılsın”
cümlesi çıktı dudaklarının arasından. Bana hitap ediyordu. Günler sonra aramızdaki yalnızlık mevsimi, aramızdaki
buzlar, kıştan bahara geçen yerel mevsime tenasüp bir üslupla eriyordu sanki.
Ilık rüzgârlar esiyordu ikimizin arasında da. Soğuk, çetin kışları yenmişçesine
bakıyorduk tekrar birbirimize. Bakışlarındaki melankolik perdeyi kenara itmiş
neşeyle bakıyordu çevreye. İçinde yepyeni tomurcuklanmak için aşk ararcasına
neşreden bir sevgi vardı. Daha gülüşünden hissediliyordu.
Ruhunun kumsallarındaki kızgın güneşin ılığı vuruyordu
kalbime. Eski samimi tavırlarımızla ölçülemeyecek kadardı belki aramızdaki bu
pamuk ipliğine bağlı münasebet fakat beni o günlerden daha çok sevindiriyordu.
İçimdeki melankolik mevsim yerini daha ılık, lodoslu bir bahara bırakırken
içimde binlerce roman yazılıyordu her gülüşüne. Yanakları öylesine öpülesi
duruyordu ki; platonik aşkın katili olma yolunda adımlar atıyordum içimdeki
kuvvetli aşk duygusunu anlatmak adına.
Platonik aşk diye mırıldandım kendi kendime. Tek taraflı en canlı, en
vurucu ve en sansürsüz hislerle yaşanan dram/melankoli tarzında bir filmin
başrol oyuncusu yapıyordu insanı.
İnsanın sabrını zorluyor, gülerek ağlamayı öğretiyordu. Gözbebeklerinin
içindeki tebessümün katili oluyor, Daha donuk bakıyordu bakışlar. Belki de daha
çaresizleşiyordu hayat.
En önemlisi platonik aşkta insan sabretmeyi öğreniyordu.
Onun ellerine başka eller değerken ve onun avucuna, onun mis kokan
parmaklarına, başka ellerin kokusu siniyor ve Her şeye rağmen deyip buna
sabretmeyi öğretiyordu insana. O noktada gülmek bir yana tebessüm bile
edemiyordu yapılan esprilere. Hatta kazandığı zaferlere gülemiyordu
insan. Yenilgine üzülemiyordu. Sadece ona odaklanıyordu ve bu hazin sinemada
gülerek ağlamayı öğreniyordu. İçinde ölen umutlar olsa da yüzünde yalancı
tebessümler çiçek vermek zorunda kalıyordu. Kiralık gülüşlerle yaşamak zorunda
kalıyordu. Kiralık gülüşlerle ve yalancı tebessümlerle oyalıyordu insanların yalnız bırakışlarını. O an sadece
seni anlayacak ve omzuna yaslanıp çaresizce hıçkırıklara boğularak ağlayacak
birini arıyordu insan.
Teselli istiyordu teselli cümleleri hüznün yanında devede
kulak kalırken.
Aslında insan en
başından beri Biliyordu hiçbir cümlenin, şiirin, şarkının, seni
hafifletmeyeceğini fakat gene de bir umut diyerek her yola başvurmaktan
çekinmiyordu insan. O an sadece omzuna yaslanıp hıçkırıkların ve gözyaşlarının
sel olacağı birini arıyordu. Çok bir şey değil aslında. Seni anlayacak bir
dostun, arkadaşın, sırdaşın. Yâda hiçbiri yoksa arayıp saatlerce aynı cümleleri
tekrarlayacağın iyi bir arkadaş. Sadece seni anlayacak biri, seni dinleyip seni
boş sözlerle avutmak yâda hırslandırmak yerine sana teselli çabalarını seferber
edip seni tekrar umutlarla yükleyecek iyi biri...
Y.Emre/02-02-12
1 yorum:
Çok beğendim. Yazılarınızı okumaktan keyif alıyorum.
Yorum Gönder