28 Haziran 2013 Cuma

Yalnızca Seni Çok Sevdiğimdendir!..



Eğer bir gün yalnızlık silinecekse dudaklarımdan
Tek kişilik olarak kurguladığım ömre bir isim daha eklenecekse

Yaşadığım evde benim sesimden başka bir sesin egemenliği sürecekse

Ses tonum bir kadının sesine karışacaksa

Geleceğe dair hayallerde bir kadına yer verilecekse

Nedensellik ilkelerine göre kurguladığım gelecekte bana eşlik edecek bir isim yer alıyorsa

Ve tüm bunlara ben senin ismini koyduğum saniye huzurla doluyorsam

Şiirlerde daima bir kadın anlatılmalıysa;

Aşk sözcüğü arkadaş sohbetlerinde geçtiğinde aklıma ilk uğrayan kelime isminse

Ve ismini herkesten saklayıp ta bir yandan da cümle alem bilsin istiyorsam

Özlemin haziran gecelerinin koynunda saç diplerimi çekiştiriyorsa

Senin fotoğraflarını sol göğsümün bir karış altına konuşlandırılmış cebimde tek nüshalık birer belge gibi saklıyorsam

Yanında olamadığım her an dakika karşı konulmaz bir sarılma, bir ait olma ve ait olunma duygusuyla karşılaşıyorsam


Romantizmden sıkılacağını bile bile romantizm yapmaktan çekinmeyecek kadar cesursam

Vitrindeki her güzel kabul edilen elbiseyi senin üzerine yakıştırıyorsam

Doyumsuz hasretlerin provasını cümlelerinin hayatımda eksik olduğu dönemlerde kalbimin derinliklerinde canlandırıyorsam

İşaret parmağımla gösterdiğim ufuk noktasında şafak vakti ortadan silinen karanlık misali sonsuzluğa ulaşan hayallerimdeki ikinci şahıssan

Bir ömre dair kurgulanan uzun vadeli gelecek hayallerimde başının sıcaklığını başımda hissetmek isteyeceğim isme ait insansan

Bu dünyadaki en güzel renk gözlerinin kahvesiyse ;

Her yazı sana diye başlayıp, her şiir senin ismine inşa edilmiş akrostişlerden birinle sona eriyorsa

İsminin baş harfini ismimin baş harfiyle bağdaştırdığım dakika yüzümde belli belirsiz bir sırıtma oluşuyorsa

Ayrılık ve veda sözcüklerini seninle her türlü konuşmamdan özellikle uzak tutuyorsam


Yazma dediğin dakikalar defter sayfalarının bakir düzlüğü birer birer katlediliyorsa parmaklarımın ucundaki ucuz tükenmez kalemden sızan kelimelerle

Sensiz içilen kahvelerin tadı tatmin etmiyorsa


Ömrümün geri kalan kısmını seninle kurguluyorsam

Hayallerimin ismini senin ismin yapmışsam

Ve şu cümleleri yazdığım dakika kulağına “seni seviyorum” diye fısıldayıp dudaklarına hatıra bir öpücük bırakmak isteğiyle dolup taşıyorsam

Yalnızca seni çok sevdiğimdendir… 



21 Haziran 2013 Cuma

AŞK VE MARJİNALLİK

Marjinallik benim gündemimde pekte yeni bir konu değil. klişe bir konuyu marjinal bir dille anlatma çabasındayım. Ve 21.yy modern Türk edebiyatının bir çok yazarı da bu çabada. Aslında bunu yapma çabasının temelinde aşkın klişe-marjinal yapısından meydana geliyor fikrimce.
Aşk aslında devasa bir klişe bütünlüğü! Adem’le Havva’dan başlayıp, leyla ile mecnuna, Romeo ve Juliet’e ve elbette kendi kahramanı olduğumuz;  Romeo Juliet gibi gözümüzde devasalaştırdığımız içsel küçük dünyalara kadar süre gelen bir anarşist sistem.

Anarşist? Evet, aşk anarşisttir. Yönetim tanımaz. Bir egemenlik söz konusu değildir. Kalpte sınırları belirli  bir coğrafyaya yayılıp orada meşrutiyetini sürdürmez. Aksine girebildiği her deliğe girip kendini etkin kılar. Yakar yıkar gerekirse. Kural tanımaz. Mesafe tanımaz. Korku tanımaz. Ucunda felaket olduğunu bile bile koşmaya devam etmektir aşk kimi zaman. yada bir başka deyişle vazgeçmemektir.  Zaman-cesaret kavramlarını hiçe sayarak, kaybedeceklerini umursamayarak vazgeçmemek adına verilen mücadeledir. Anarşist bir rejimdir aşk.

Marjinallik te bu noktada başlar aşkta. Aşkı Romeo ve Juliet olmaktan çıkartmaktır bir bakıma. Aşkın Anarşist yapısını bozmadan farklı kılmak.! Yada bir başka deyimle klişe bir konuyu marjinal değerlendirmek.

“Seni seviyorum”lardan çıkmalıdır, aşk. Farklılıklar meydana gelmelidir. Büyük romantizm kitlelerinden bahsetmiyorum farklılık olarak. Elbette romantizmle de marjinallik sağlanabilir ama bunun sonucu gene standarda varacaktır. Yapılmayanlar yapılmalıdır. İki kişi de kendi hayatlarından bir parça koparıp tek bir hayata sığdırmalıdır ortak yaşanan zamanları. Marjinallik işte bu noktada kendini göstermeye başlar.

İki kişinin birlikte geçirdiği zaman diliminde yaptıkları ve aşk çerçevesine sığdırdıkları ne kadar farklı olursa ve ne kadar kayda değer yaşanırsa aşk bu noktada o denli marjinalleşir. Bambaşka, eşsiz bir aşk olur. Aşkı ölümsüz kılanda budur.


Klişeler, zaten bir aşkın iskeleti gibidir. Olmazsa olmazıdır. Klişeler olmazsa aşk meydana gelmez . Aşkı ölümsüz kılan marjinalliktir. Dünyadaki milyonlarca çift birbirine seni seviyorum diyerek sevgisini ilan eder. Ya da dünyada ki milyonlarca çift “sevgilim” sözcüğünü sevdiği insana hitap olarak kullanır. Bu aşkın klişeler bütünü olarak iskeletini, temelini oluşturur. Aşkı farklı kılan, iki insanın benzersiz aşkı, yapan iki insanın birbirine dair kurduğu, öznellikle yoğrulmuş, cümlelerdir. Birbirine takılan sevimli lakaplardır. Geçirilen anılardır. Bu noktada marjinalleşme kendiliğinden gerçekleşir zaten. Yaşanan aşk herhangi bir aşk olmaktan çıkar iki kişiye ait birer aşka dönüşür. Birer ilişki olur. Ve bir aşkı klişeler başlatsa da marjinallik ölümsüz kılacaktır. 

15 Haziran 2013 Cumartesi

Güvercinler Gibi Olmayın da...

2 senedir Taksim Gezi parkına sık uğrarım. Yazarım çizerim. Şehrin tam ortasında fakat şehirden oldukça kopuk bir nokta…

10.sınıfta gezi parkına giderdim Cuma okul çıkışları. Yalnız olurdum. Gezi parkındaki vazgeçilmez menüm simit çaydır. Parkın en marjinal en zengin menüsü şüphesiz. Çimler üstüne oturup, Simidi ısırmaya başladığım dakika çevreme güvecinler üşüşürdü. Simidimi paylaşmaktan hiç çekinmezdim hatta simidin yarısına yakını güvercinlere atardım. Serçeler ve beraberindeki kuşlarda eklenirdi zaman geçtikçe listeye.

Bu uzun bir süre böyle devam etti. Bir güne kadar; Bir gün yem satıcısı geldi ve yemlerini parkın her köşesine saçmaya başladı. Artık güvercinler gelmiyordu. Bunun peşine takılan serçe ve diğer kuş türleri de uğramıyordu. Bütün güvercinler benim simidime değil yem satıcısının yemlerine koşuyordu. O günden sonra park daha anlamsızlaştı benim için. Belki boğazımdan daha fazla simit geçiyordu, belki daha fazla doyuyordum ama simidin bile eskisi kadar tadı yoktu. Daha buruktu geçen zaman dimi. Daha neşesiz, daha cansız…

Aslında her şey bu noktada başlıyor. Çok uzatmak gibi bir isteğim yok. Tek dileğim Gezi Parkı  Başta olmak üzere, aşk, sevgi, arkadaşlık, dostluk ve buna benzer tüm konularda; sizler de güvercinler gibi davranmayın. Yem satıcısının peşinden koşup gitmeyin. Bir gün yem satıcısı gider ve aç kalırsınız..


Çünkü artık simit atan gençte gitmiştir… 
Bumerang - Yazarkafe
script>