19 Eylül 2012 Çarşamba

AYRILIĞIN İLK DAKİKASI


Elini bırakır. Parmaklarının dokusu yavaşça kayar gider ellerinden. Parmaklarının dokusu onun hasretinin ilk saniyesidir o an. İlk adımı atar arkasını dönerek. İlk adım, ilk uzaklaşma ilk yalnız kalma, ilk terkedilme hissi, acı, ilk sızı kalbinin ortasına saplanan ilk ok, İlk yok oluş sineması ve filmin ilk karesi... Dudaklarının ağdalı sıvısı, göz bebeklerinin güldüğünde parlayışı, elini tuttuğun zaman avcunda sana dair heyecanın tek nüshalık belirtisi nemli avuçları, ağladığında senin için akıttığı gözyaşları ve senin bir bebeği okşarmışçasına incitmekten korkarmışçasına nazikçe gözyaşlarını silişin… Hepsi zihninde canlanır birden bire. Elini bırakır. Elin üşür. Mevsimlerden yaz, mevsimlerden sonbahar o an hiçbir şeyin önemi yoktur elin üşür. Terk edilmenin beraberinde getirdiği kış damgasını vurur avuç içlerinin dokusuna. Üşürsün. 

Arkasında bıraktığı büyük boşluğa doğru yalpalarsın bir iki adım. Peşinden gitmek istersin. O kaçarcasına atıyordur adımlarını. Ağlamak, umursamamak ve sinirlenmek arasında gidip gelir duyguların. Kalbinin tam ortasına bir örs düşer gökten. Ağırlığıyla yıkılırsın. Ruhun yerle birdir ve bir tek seni ayakta tutan mecburiyetlerdir. Yıkılmak istersin. Yaşam kaynağın avuçlarının arasından kayıp gitmiştir. İlk ölüm provası sergileniyordur o an senin bulunduğun kaldırım taşının üzerinde. Başrol oyuncusu sensindir ve o an; o nokta, o anı yaşamamak için her şeyini vermeye hazırsındır. 

Saç tellerinin arasındaki koku, ona veda ettikten sonra tenine sinen teninin kokusu, dudaklarının her öpüşme seansının ardından bıraktığı tadı, sesinin kulaklarında ki izi ve ona dair her şey bir anda zihnine akın eder. Hiç fark etmediğin ayrıntıları fark edersin o an. Mesela beyazın sırf o giydiği için güzel olduğunu veya mavinin sırf o sevdiği için sana hoş geldiğini... Çaresizlik minvalinin üzerine kurulu bir hayatın vardır o an. Sevdiğin kadın, sevdiğin adam seni terk etmiştir. Artık yoktur. Olmayacaktır. Ayrılık, aşk acısı, terkedilmenin göğsünün üzerine yaptığı baskı, kalbinin üzerine çöken yalnızlık hissi hangisini hissedeceğini bilemezsin. İçlerinden en dayanabileceğin acı türünü seçersin kendine. Dayanabilmek... Her gün ölmek için uyanırken, her günün sonunda ruhun ıstırap içinde bir uykuya yenik düşecek ve tüm bunlara dayanabilmeyi umut ediyorsun.  Onu bekliyorsun dönmesini, dayanabilmeyi umut ediyorsun, seni tekrar sevmesini, aşk acısın yenmeyi umut ediyorsun hala imkânsızı istiyorsun.


13 Eylül 2012 Perşembe

ALDATILMAK



Aldatılmak nedir? Aldatılmak illa seni severken başkasının elini tutması değildir ya da başkasının tenine dokunmasını değildir parmak uçlarının. Bazen sadece ona söylediklerinizi başka birinin ağzında duymaktır aldatılmak. Bazen sadece yalnızca ona söylediğiniz ve kimsenin bilmesini istemediğiniz sözcükleri yabancı dudaklardan duymaktır. O an, tüm inancınızın yerle bir olduğunu hissedersiniz, tüm ışıklar sönük gelir. Tüm ışıkları kapatmak gelir içinizden. Onu hatırlatan tüm objeleri kırmak, parçalamak gelir. Fakat tüm bunlar için yorgun hisseder insan kendini. Bir kenara çekilip bir kuytu köşe bulup saatlerce dinlenmek ister. Sonu gelmeyen bir uyku ister mesela. Işıkları söndürmek geçer içinden. Hatta gündüzse gece olmasını ister insan. Karanlığa çekilip karanlığı üzerine örtü yapıp hıçkırıklarla ağlamak ister insan. İçindeki kayboluşa, içinde ona sakladığı ve şimdi yerle bir olan inancın boşluğuna alışamaz, yalnız hisseder kendini. Kimseye güvenmek gelmez o an. Herkes aynıdır. Hiçbir erkeğin birbirinden farkı yoktur ya da hiçbir kadının. Herkes aynıdır. Herkes yalancıdır o an gözünüzde.

Hiçbir şey umurunuzda olmaz. Ay ortadan ikiye yarılsa, gökyüzündeki yılsızlar ayaklarınızın ucuna dökülse birer birer, gündüz hiç bitmese ya da o gece çöken karanlık hiç kalkmasa, umurunda olmaz o an insanın. Etrafı kalabalık olsa, elini biri sıksa, göğsüne bastırsa "ben yanındayım" dese… İçinizdeki boşluğu dolduramaz o an. Güvenmek gelmez içinizden. En çok güvendiğinizi insana, en sevdiğiniz insana hayatta başınıza bir şey gelse belki ilk sayıklayacağınız isme karşı yerle bir olmuştur inancınız. Artık içinizden güvenmek gelmiyordur. Yalnız olduğunu hissediyordur insan o an kendini. Fakat Yalnızlık değildir bu duygu. Yalnızlıktan çok farklı bir duygudur, aldatılmanın ve yalnızlığın insana verdiği his iki akraba dilin farklı lehçeleri gibidir. Farklıdır. Biraz boşluk hissi, çaresizlik hissi ve en önemlisi en belirgini insanı en yıkan his en derinden vuran his; güvensizlik... 

İnsanın içinden hiç kimseye güvenmek gelmez o an, sanki herkes onun düşmanıdır ve yüzüne gülüyordur. Sanki etrafı tamamen çukurla doludur ve gülen yüzler bu çukurların üzerine örtülmüş yalancı çiçeklerdir, papatyalardır renkli menekşelerdir. Aldatılmak, aldanmak, güvenin kırılması… İnsanda kalıcı bir iz bırakacaktır üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin. Aldatılmak kalpte açılan bir yara gibidir. Neşter yarası gibidir ve izi hiç geçemeyecektir. Neşter yarası gibidir ne kadar kapansa da acısı hep üzerine basıldığında ilk gün ki kadar canını yakacaktır insanın. Hep bir güvensizlik olacaktır insanın içinde. Her sırrını her özgürlüğünü dudaklarından çıkan sözcük grubuyla birlikte birine emanet ederken hep bir kuşku kalacaktır içinde hep bir aldatılma korkusu…


7 Eylül 2012 Cuma

HERHANGİ BİR GÜN


Bugün herhangi bir gün... Sabah yatağımdan kalmak istemediğim, aynaya baktığımda melankolik bir ifadeyle karşılaştığım herhangi bir gün. Aslında her gün aynı… Yazıp yazıp siliyorum son zamanlar. Silgim kalemimden daha önce bitiyor. Son günlerde her şey aynı gidiyor. Fark ediyorum ki yokluğuna da alışmışım. İlk zamanlar ne kadar gözyaşı döksem de adımlarının arkasından yokluğunla yaşamayı az çok öğrenmişim. Ya da mecburum; öğrenmiş gibi yapıyorum.

Bugün birbirimize birbirimizi tanıdığımız için ne kadar şanslı olduğumuzu anlatabilirdik kısa cümlelerle. Hayatlarımızın kesiştiği güne övgüler yağdırabilirdik. Birbirimizi tanıdığımız günü ikimizin de doğum günü yapardık mesela. Yeniden doğduğumuzu hissederdik. Doğum tarihimiz, birbirimizin kalbinde sevgimizin doğduğu gün olurdu. Sevgi diye bir şey mümkünse tabi. Elinden tutup "sen nereye gidersen git hep yanındayım, sen ne kadar uzaklaşırsan uzaklaş ben hep seninleyim, hasta olduğunda, uykusuz gecelerinde başucunda kimse olmasa bile ben hep olacağım, seni hiç bırakmayacağım" demek isterdim. Ardından parmaklarının dokusunu hissedip avcumun içinde dolaştırmak isterdim. Parmak uçlarımı tenine değdirip te "ya birbirimizi hiç tanımasaydık" demek isterdim gözlerimde felakete dair beliren bir ifadeyle. Fakat ne yazık ki bu mümkün değil. Çünkü yanı başımda fakat kilometrelerce uzağımdasın. Aramızdaki uzaklık tesadüfler sırasında aramızda geçen derin sessizlikle beşeri bir ifade alıyor ancak.

Ne yazık ki hiçbir hayalimin gerçekleşmesi mümkün değil. Çünkü birbirimizi tanıdığımız günü unuttuk. Çünkü hiç ben senin kalbinin surlarını aşamadım. Hiçbir zaman birimizin içindeki sese kulak vermedik. Bugün senin içinde farklı bir gün değil. Senin içinde herhangi bir gün... Senin de uyandığın elini yüzünü yıkarken plan kurmanın sıkıcı geldiği herhangi bir gün. Herhangi bir cumartesi herhangi bir çarşamba herhangi bir Cuma ikimiz içinde herhangi bir gün. Çünkü ikimizde birbirimize bugünün farklı bir gün olması için şans vermedik.

4 Eylül 2012 Salı

VE KİMİ ZAMAN UMUT


Umut nedir ki? Onun yazdığı cümleler ya da her şeyin aynı düzlemde devam edeceğini bildiğin halde yazdığın mektuplar.  Umut kimi zaman hasta yatağında can çekişen adamın kurtulmak için beklediği gündür. Umut dar ağcında boynuna ip geçirilmiş son dakikalarını yaşayan adam hapşırdığında çok yaşa cümlesini duymasıdır kimi zaman. Umut kimi zaman o elini bıraktığında dönmesini beklemektir. Beklemek… Neyi bekler insan? Onun aniden geri dönmesini ve dram filmlerindeki gibi “sana ihtiyacım” var deyip te dudaklarını tenine yaslamasını mı? Umut koca bir yalandır çoğu zaman. Aslında en başından biliyorsundur, ilk seni seviyorum cümlesini dudaklarında şekillendirirken bile biliyorsundur; her şey aynı düzlemde sürecek. Tüm güzel günlerin ve mutlu anıların sonunda sadece cümlelerin şekli değişecek belki sözcükler daha keskin olacak. Cam gibi. Yalnızlık gibi, aşk gibi…

Bazen yazmayacak, sessizlik saracak her yeri, sessizlik olacak en keskin cümle. Sessizlik yıkacak hayallerini. Ama umut denen his hala var. Bir yalanın peşindesin sende farkın dasın ama umut, seni yarı yolda bırakan seni mahveden his, hala içinde bir yerlerde gizleniyor. Hala damarlarında akıyor, hala kalbinde besliyorsun onu. Her şeyi kaybetmişsin aslında ama son bir cümle daha çıkıyor dudaklarından son umutla.

Son umutlar bazen yok oluştur.. Yok olmaktır. Son umutların getirdiği eylemler yok eder insanı kimi zaman. Kimi zaman insanı batmaya başlayan bir gemiyi kurtarmak adına yapılan manevralar batırır. Kimi zaman umut batırır insanı. İnsanı kimi zaman umut öldürür. Yaşama sebebin olan seni hayata bağlayan umut denen iplik senin boğazını sıkar. Boğazına yapışır. Boğar seni. Mahveder. Yok olursun.

Mahvolmuşsundur. Artık hiç şansın kalmadığını bilirsin. Ama hala içinde umut vardır. Umudun beraberinde gelen beklenti… Neyi bekliyorsundur kimi bekliyorsundur aslında cevabını sen bile bilmezsin. Yenilmeyi kabul edemezsin, ta ki son nokta konana kadar. Son nokta konduğu anda her şey sona ermiştir artık umut besleyecek bir şeyde kalmamıştır. Artık hiçbir şey kalmamıştır. Sonra biri çıkar sus der sen yazarken. Kimse acıya tahammül edemez, çünkü kimse melankoliyi sevmez, ümitsizler dışında. Ve susarsın, içinde daha uzun cümleler kurmak adına…

Bumerang - Yazarkafe
script>