Hala dudaklarım yalnız, hala dudaklarımın dokusuna
yabancı bir koku sinmemiş
Hala gözlerim başka gözlere mensup bir tebessümle
yıkanmamış
Hala kalbim bakir ve parmaklarımın arasını hala yalnızlık
dolduruyor
Avunuyorum, aynı gökyüzünün altında aynı yıldızlarda
bakışlarımızın buluşma ihtimaliyle
Hala merhaba diyecek kadar münasebetin kalmış olma umuduyla…
Hala Beyoğlu’nda Pera’da bir akşam vakti karşılıklı kahve
içme umutlarıyla avunuyorum...
Avuntularla, umutlarla yaşıyorum ışıkların geceyi gündüze
çevirdiği şu şehirde…
Yalnızlık ilk gün ki kadar taze ve ilk gün ki kadar
egemen hayatımın her köşesinde
Sen ve ben cümlesinin sözcüklerinin arasında boşluk ilk
gün ki kadar derin
Uzak kelimesinin anlamsız kaldığı zamanlar oluyor bazen
Ülkeleri aşıyorsun, şehirleri aşıyorsun yan yana alıyoruz
kimi zaman nefeslerimizi
Fakat hala öylesine uzağız ki aramızda sayısız
coğrafyalar var sanki...
Çaresizliğimin en kör ve en ücra noktası kabul ediyorum
seni
Hayatım boyunca aldığım nefeslerin belki onlarcası
seninle burun buruna geçiyor
Belki bindiğim otobüsün arka koltuğunda oturuyorsun
Yâda aynı otobüsün farklı kapılarından iniyor
bedenlerimiz
Fakat iki yabancıyız iki ayrı insan... Sen ve ben cümlesi kadar uzak...
Sen sözcüğünün ardından ve sözcüğünü getirmek kadar
yabancı…
Boğazın kenarında sabahladığım geceler oluyor, yalnızlık
piyeslerini andıran geceler
Şehrin sönen ışıklarına dalıyor gözlerim, birer birer
karanlığa bürünüyor şehir…
Sönen ışıklardan birinin senin pencerenin ardında olma
ihtimali sarıyor kalbimi o an
Yalnızlık sıvalı dudaklarımdan iyi geceler sözcüğü
çıkıyor onlarca defa sana hitaben
Duymadığını ve duysan da başını kaldırıp bakmayacağın gerçeğini
bilerek
Bir köşe başında karşılaşma ihtimalini yineleyerek
karşılıyorum güneşi
Bir köşe başında filmlerden kopma birbirimize çarpışma
sahnesinden sonra
Yazılarıma seninle karşılaşmanın ruhumdaki mutluluğunun
yansıma ihtimalleri…
İhtimallerle geçiyor günlerim, büyük yıkımlardan geriye
kalan umutlarla yaşıyorum
Sen ve ben cümlesinin sözcükleri kadar uzağız bir birimize
Yabancısın bu şehre, ışıklarla aydınlatılan gecelerin
ardında kalan suni gündüzlere
Ortaköy’de eski bir evin ahşap penceresinden sızan
yalnızlıkla karışık sigara kokusuna
Alkol kokusuyla yıkanmış dudaklara, yabancısın bu şehre
Sevmeye, sevdikçe kırılmaya en baştabana yabancısın. Ve
çok uzaksın
Bazen mensup olduğun coğrafyaları aşıyorsun, yan yana alıyoruz
belki soluklarımızı
Belki akşam vakti bir vapurda inme sahnesinde ellerimizi
birbirine temas ediyor
Belki Beyoğlu’nda yanlışlıkla çarptığım insan oluyorsun,
yumuşacık sesinle pardon diyorsun
Yâda ben özür diliyorum, belki iyi akşamları ekliyorum
devamına bir tebessüm ilave ederek
Fakat o kadar uzağız ki birbirimize; aynı şehirde dolaşan
iki yabancı rollerini oynuyoruz daima,
Aynı şehirde aynı otobüsün birbirine paralel
koltuklarında yoluculuk yapan
Aynı vapurun aynı güvertesinde martılara simit atan iki
yabancıyız
Yan yana soluk alıp veren başını kaldırıp aynı gökyüzüne
bakan
Aynı yıldıza gözlerini mevzileyipte ağlayan fakat birbirini
tanımayan iki yabancıyız
Fakat uzak sözcüğünün anlamını yitirdiği kadar uzağız
Aynı şehirde nefes alan fakat birbirinden habersiz iki
insanız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder