30 Mart 2013 Cumartesi

SON DEFA DİYE SEVMİŞTİM



İlk ismini dudaklarıma aldığımda dudaklarıma aldığım son isim olsun diye geçirmiştim içinden nitekim baştan da her şey öyle gelişmişti. Çabucak yakınlaşmış çabucak bir birimize ismimizle hitap etmeye başlamıştık. Basit ama uzun cümleler kuruyorduk. Sanki cümleler yetmiyordu birbirimize olan hislerimizi anlatmaya ve biz cümleleri sözcüklerle dolduruyorduk. Her şeyi tek cümlede özetlemeye çalışan edebiyat öğretmeninden farksızdık her ikimizde.

Zaman zaman saatlerce tek bir konuya güldüğümüz, tek bir konuya kahkaha attığımız daha aklımıza geldiği anda ve o konuya dair tekbir sözcük dudaklarımızdan dışarı adım attığında saatlerce süren kıkırdaşmalarımız başlıyordu. Çocuklaşıyorduk. Şımarmanı seviyordum şüphesiz. Çocuklaşmanı ve neşeli olduğunda kurduğun devrik cümlelerini de seviyordum. Hatta zaman zaman başımı yastığa koyduğum anda gecenin yarısı aklıma kararsızlıkla kurduğun ve sen ve ben dışında kimsenin anlayamayacağı o cümlelerin geldikçe sessizce gülüyordum uyuyana kadar. Şımarık geçen akşamlarımızı seviyordum.

Güneş battığı dakika başlayıp ta günün ilk ışıklarına kadar beni bir ahize başında sabahlatacak insansın diye düşünüyordum. Ve senin sesini işittiğim hiçbir dakika hiçbir saniye uykusuz kalmaktan şikâyetçi olmamak için söz vermiştim kendi kendime. Şımarık kahkahalarının yansıdığı cümlelerin uykumu açıyordu adeta. Şımarık gülüşlerin beni kendime getiriyor ve mutluluk rüzgârına boğuyordu. Sevimliydin… -sevimli- sözcüğünü kullandığım son kişi diye sevmiştim seni.

Zaman geçtikçe daha da alıştık birbirimize ve yeni seneye bir bilgisayar başında birbirimize 160 harfe kadar izin verilen mesaj kutularından mutluluk dileyerek girdik. Birbirimizi düşünerek girdik yeni seneye. Alkol sarhoşluğu damarlarımda cinnetini sergilerken işte aradığım kişi diye sayıklıyordum yılbaşının soğuk ve loş minvalinde. Aradığım kişiydin… Şımarık tebessümleriyle en mutsuz anımda bile üzerimdeki kara bulutları dağıtacak ve mutsuz anında da bizzat gözyaşlarını sileceğim kadındın sen Sen defa diye sevmiştim seni… Hiç bitmeyecek gibi alışmış ve hayatımda hiç sona ermeyecekmişsin gibi yer açmıştım sana. Hayatımın her anına senden parçalar koymuştum. Son defa diye sevmiştim seni. Ama her tükenen aşkın ardından söylenen sözcük çıkıyor dudaklarımdan şimdi, yanılmışım.

Senin başka birine ait olabilme ihtimalini yinelemeden kurmuştum tüm hayalleri. Mutlusun yada mutlu görünmeye çalışıyorsun. Ve benden habersizsin. Bahar mevsiminin beşeri unsuru gibi lodos polen tanelerini gökyüzünde serbest bırakırken sen kim bilir hangi tanımadığım dudağın cümleleriyle tebessüm ediyorsun. Aklının ucunda bile yokum muhtemelen. Olmayacağımda. Melankoli… bir gün arkadaşça diye sınıflandırılan sohbetlerden birine mesela standart melankoli nedir diye sorarsan sana bunları nasıl anlatmalıyım diye soruyorum kendime. yanıtsız kalıyor tüm sorular. Başımı pencereye yaslıyorum. Umutsuzum. Böyle de olmalıyım. Son defa diye sevmiştim seni. Yüzüne dokunmadan, parmaklarının arasındaki yalnızlığı dolduramadan, hiçbir yabancı dudağa dokunmayan dudaklarımı tenine hatıra niyetine sürmeden… Son defa diye sevmiştim seni, sadece son yalnızlığımın ismiymişsin… 


29 Mart 2013 Cuma

“SENİ SEVİYORUM”


Hiç kimse senin kadar gerçek değil gibi klişelerle başlamayacağım bu yazıya. Klişeleri sevmediğimden değil senin klişelerden daha fazlasını hak ettiğini düşündüğüm için. Hayallerin en büyüğüydü bugüne kadar yazdığım her yazıda bahsettiğim “sevdiğim kadına seni seviyorum” dediğim anı yaşamak. Bana o anı yaşatan kadınsın sen. Seni tanıdığım ilk günden bugüne aslında içimde sana ne denli sevgi beslediğimi fakat kendime bile itiraf edemediğimi fark ettim “emrem” yazdığın dakika. Alnımdan ter damlaları süzüldü, parmaklarım birbirine karıştı. Devrik cümleler kurdum heyecandan. Saçmaladım belki. O an, rüya gibiydi, bir kelebeğin kısacık hayatında gördüğü bir rüya gibiydi benim için. İnanamıyordum sana “seni seviyorum” cümlesini yazdığıma. Rüya gibi geliyordu ve eğer rüyaysa uyanmak istemiyorum diye yazmıştım önümde açık duran günlüğün mürekkep kokulu sayfasına.

İlk defa “seni seviyorum” cümlesinin anlamını hak ettiğini düşündüm.  İlk defa bu kadar anlamlıydı bir cümle. Sevgi sözcüğünü bir kadın ancak bu kadar hak edebilirdi. Sevgi sözcüğü az kalıyordu aşktı bu. Her mesajına ellerim titreyerek cevap verdiğim konuşurken zaman zaman alnımdan ter damlalarının aktığı benim kendime bile itiraf edemediğim bir aşktı hem de. İtiraf edemediğim her gün içimdeki huzursuzluğun kendisi olan bir aşktı.

Yıllardır içimde gökten düşen bir örs gibi saplı kalmış boşluğun anlamını hak ederek dolduğunu hissettim. Sanki seni bekliyordu o boşluk orada. Sen, içimdeki yalnızlığı dolduran ve bana her nefesimde çok şanslı biri olduğumu hissettiren kadındın. “Seni seviyorum” cümlesinin anlamını sadece sen bu kadar hak edebiliyordu. Aşktı bunun adı, başka bir açıklama bulamıyordum. Sana yazmadığım her dakika huzursuz hissediyordum kendimi. Her an her saniye, İstiklal ’in nostaljik coğrafyasında adımlarım kaldırımları ezerken, bir ders saatinde sınıf sessizliğe büründüğü anda, kimi zaman caddede karşıdan karşıya geçerken, bindiğim vapur bebek iskelesinden uzaklaşırken ve akşam güneşinin denizdeki yakamozlarına dalmışken… Her an ne yaptığını merak ettiğim, her an aklımda olan ismin sahibiydin sen. “Seni seviyorum” cümlesinin anlama kavuştuğu noktaydın…


Aşkı yeniden öğrendim sanki şu birkaç günde. Aşkın içimde estirdiği heyecan fırtınasını, aşkın ruhumdaki egemenliğinin beni ne denli ayakta tuttuğunu fark ettim. Seni seviyorum cümlesine her duyguyu sığdırmayı öğrendim. Sevmeyi ,özlemeyi elini tutamamanın verdiği hüznü, masamın üzerinde duran fotoğrafından gözlerine dalıp gitmelerimin öyküsünü ve geri kalan her şeyi “seni seviyorum” cümlesiyle ifade etmeyi öğrendim. sen bana aşkı öğrettin.
Sen, “seni seviyorum” cümlesinin anlam kazandığı noktasın…
Bumerang - Yazarkafe
script>