28 Ekim 2012 Pazar

AŞKIN EN GÜZEL İCADI: KAYBETMEK


Kaybettiği için yakınanlar oluyor. Aşka küfredenler, aşkı lanetleyenler. Sonra zamanla aşka inanmama klişesini çıkartıyor bu tipler ortaya. Aşka inanmıyorum ayaklarında yaşamaya çalışıyorlar hayatı. Oysa aşk susamak gibidir. Belki de kalbin suyu sevgidir ve aşk susamaktır. Sonuçta buda ihtiyaçtır. Fakat kaybetmekten o kadar dili yanar ki insanın bir noktadan sonra aşık olmamaya karar verir aslında canının acımasından korkar.

Kimi zaman birlikte mutlu günler geçirirsin bazen aylar bazen de yıllar geçirirsin. Fakat aşkın doğasındaki kural gereği ayrılık şarttır ve ayrılırsın. Aşkın mutluluktan ibaret olduğunu sanan insanlar kabilesine mensup biriysen eğer aşktan nefret edeceksindir ve âşık olmaktan korkacaksındır fakat aşk budur aslında. Sevmek, ellerini tutmak ve sonunda kaybetmektir. Sonuçta insan bir gün kaybetmek için sever. Onunla sürekli zaman geçirmeye çalışır çünkü bilinçaltında onu kaybetme korkusu yatar. Ve eninde sonunda kaybedecektir kaybetmek aşkın doğasının bir parçası. Sonuçta sen kaybedeceksin ve başka biri kazanacak. Tam kaybettiğin anda onunla ayrılığının ilk dakikalarında eğer “keşke hiç onunla karşılaşmasaydım” diyorsan o zaman en büyük hatayı yapıyorsun. En büyük kaybı o an yaşıyorsun. En büyük nankörlüğü o dakika yapıyorsun kendini. Ona da yapıyorsun ama en çok kendi hayatına ediyorsun bu ihaneti. O anda yaşanan tüm anılara yazık ediyorsun. Her şeye ona kendine…

Aşk yaşanacaktır. Çünkü imkânlı yâda imansız tek tarafı yâda karşılıklı aşk karşına çıkacaktır. Aşk bir ruha bürünüp bir bedenin içine girip karşına çıkacaktır. Canını acıtacaktır. Olgunlaştıracaktır seni. Aşk için ağlamalıdır insan. Kabus gibi günler geçirmelidir. Kaybetmelidir. Aşk kaybetmektir. Kaybetmek en güzel icadıdır aşkın. Fakat aşkı mutluluk olarak görenler var. Oysa aşk mutluluğun yanında akan hüzün ırmağından da nasibini almaktır. Tıpkı okyanusun soğuk sularında yaşayan balıkların zaman zaman sıcak su akıntılarında nasibini alması gibi… Yâda bir arının yavrusunu bırakıp ölmesi gibi. Aşk bitmelidir. Aşkında bir sonu olmalıdır. Ayrılıkta aşkın bir parçasıdır. Ayrılığı yok oluş değil de bir cümlenin sonuna gelen nokta gibi görmelidir aslında. Sonuçta her cümlenin ardından yeni bir cümle başlar hikaye sona ermedikçe. Ayrılmalıdır insan, çünkü aşk yeniden hayatına girecektir ufak bir moladan sonra. Yeniden bir ruh çizip kendine şekil verip bir bedene girecek ve yeniden seni hem mutlu edip hem üzmek hem hayatta bir daha yaşayamayacağın hisleri sana yaşatmak için karşına çıkacaktır.

17 Ekim 2012 Çarşamba

SENSİZLİĞİN GÜNLÜĞÜ


Bir yalnızlığı sığdırmaya çalışıyorum dudaklarımın arasındaki ince boşluğa
İsminden arta kalan yere sensizliği iliştiriyorum...
Senden yoksunluk ve kırık kalp temalı şiirler büyütüyorum son günlerde aşk bültenimde
Bir yalnızlığı sığdırmaya çalışıyorum iki dudağım arasında sakladığım isminin yanına

Temmuz serininin ve İstanbul’a özgü nemli havadan nasibini almış bir balkonda
Senden uzak ve senden kilometrelerce uzak olmanın çaresizliğiyle bükülüyor boynum
Gökyüzünden yalnızlığıma bir merdiven sarkıyor, göz kapaklarımı birbirine yaklaştırıyorum
Yıldızlara yaklaşmayı düşlüyorum sana gökyüzünden gizlice bakmak adına
Bavulunu hazırlamış yerini güneşe bırakmak üzere adımını atan karanlığa doğru bir iç çekiyorum
İçi sensizlikle dolu bir yalnızlık çöküyor üzerime. Kahve saçların geliyor gözümün önüne

Loş bir oda beyaz bir yatak beyaz bir yatağın üzerinde çığırından çıkmış bir yalnızlık
Rutubetli dudaklarımın arasında en kıymetli varlığım gibi saklıyorum ismini
Kaybetmekten, dudaklarımın arasına başka harflerle kurulmuş bir ismin girmesinden korkuyorum
Pencerelerden içeriye dolan ayak sesleri, şehir uyanıyor, otobüslerden inen insan kolonisi
Bir yalnızlığı sığdırmaya çalışıyorum dudaklarımın arasında isminden arta kalan boşluğa

Sahte tebessümlerle dolu umut temalı sabahlara uyanıyorum;
Seni görme gayesiyle yataktan kalktığım günler;
Bilinçaltımda sana dair hayaller inşa ediliyor sana kavuşma seansı öncesi
Seninle dolup taşıyor düşler... Rutubetli dudaklarım defalarca senin dudaklarının dokusuna değiyor
Şehvet, şuursuz bir yalnızlık ve çığırından çıkmış bir hasret kütlesinin etkisi altında uyanıyorum sabah
Yoruluyorum, konuşmanın cümle kurmanın hatta soluk almanın güç geldiği anlar yaşıyorum
Dakikalarca sensizlik sancılarıyla kıvranıyor cesedim kefen beyazı yatakta...

Sensizliği birkaç cümleye sığdırmaya çalışıyor aşk ve ayrılık hileleriyle yorulmuş dudaklarım
Parmak uçlarının tenimin dokusundan yoksunluğunun hüznü hapsediyorum içime
Az kelimeyle kurduğun kısa cümlelerini özlüyorum eski günlere ait fotoğraflardan sona
Üzüldüğün zaman kırçıllaşan sesinin yokluğu çok hissediliyor sabaha özgü sessizlikte
Loş odadan ruhuma doğru tedirginlik yol alıyor keskin manevralarla
Karanlığın içine saklanan yalnızlığı soluyor ciğerlerim. Soluk alma seansları güçleşiyor

Bir yalnızlığı sığdırmaya çalışıyorum dudaklarımın arasındaki rutubetli ufak boşluğa
Her sabaha karşı gözyaşlarımla yıkanan rutubet kokulu krem rengi yastığıma siniyor sensizlik
Dudaklarından dudaklarımda arta kalan kahve kokusunu hissetmek adına dudaklarımı kemiriyorum
Parmak uçlarının eksikliği yaşıyorum... Sensizliğe sarıldığım her an neşter yaraları açılıyor ruhumda
Aşk ve ayrılık arasında gidip geliyor zihnimin rıhtımında dolaşan anılar bütünü
Bir yalnızlığı sığdırmaya çalışıyorum dudaklarımın arasına…

Bir yalnızlığın nemli varlığını sığdırmaya çalışıyorum ismin arta kalan boşluğa
İsmini en değerli varlığım gibi saklıyorum. Dudaklarından arta kalan kahve kokusu
Seni hatırlatıyor ne yana baksam her şey. Şehir, izmarit kokulu oda, rutubetli dudaklar
Seni hatırlatıyor her şey... Tek nüshalık el yazması şiirler, ucuz mürekkep kokusu
Parmak uçlarına has yumuşacık kokunla sıvalı pembe tükenmez kalemin
Bitmek bilmiyor yalnızlığın ve uzaklık sözcüğünün ruhumdaki yankısı
Tükeniyorum, kırık aşk temalı şiirler yazıyorum aşk bültenlerinde
Seni hatırlatıyor her şey, tek nüshalık öpüşmeler, ucuz kâğıt ve tükenmez kalem
Seni hatırlatıyor şehrin hangi köşesine baksam.
Ve hayatım sensizliğin romanın andırırcasına senin hatıralarını vuruyor kursağıma
Seni hatırlatıyor her şey… Dudaklarımın arasına sıkıştırdığım sensizlik
Dudaklarımın arasındaki isminden arta kalan ufak boşluk
Seni hatırlatıyor her şey. Sanki her şey seni hatırlamamı istiyor. Sensizliğimi yineliyor…

13 Ekim 2012 Cumartesi

“GÜNAYDIN”




“günaydın” olmuştu senin beninle tanışmak için adım attığında dudaklarına sığmayıp ekim yağmuru gibi aniden karşıma çıkan sözcükler kabilesinin üyesi. Her gün herkesin kullandığı ve dudaklara her sabah en sık uğrayan sözcük. Fakat o gün günaydın sözcüğü farklı gelmişti bana. Bana karşı ve senin dudaklarından çıkıyordu çünkü. Dudaklarının kokusu sinmişti sanki harflerin arasına. O gün duyduğum en güzel sözcük günaydın olmuştu. Farklıydı diğer günaydınlardan, senin dudaklarının ağdalı sıvısına değerek bana ulaşmıştı. Bana hitabendi beni muhatap alıyordu. En güzel günaydındı senin dudaklarından çıkan bu alışagelmiş sözcük.

Bugün aynı sözcüğü çıkarttım dudaklarımın arasından seni gördüğüm ilk aralıkta iki dudağımın arasında yalnızlık kokusunu ört bas etmeye çalışarak. Aynı ayın aynı gününde, yıldönümünde. Kuru, yavan, samimiyetsize karşılık verdin “günaydın” diyerek. O an harfler o gün söylenen günaydına ait olan harfler kadar parlak olmadığını o ana yerleştirilmiş heyecan kadar beni tatmin etmediğini fark ettim. O sonbahar günü kalbimde yeni bir baharı başlatan sözcük kadar kutsal gelmemişti. Daha sönük daha mat daha çelimsizdi bir sene öncesine göre. Dudaklarında arta kalmış gibiydi. İsteksizce formaliteden bir günaydın. 

İçimde sana dair hazır bulunan aşkın fitilini ateşleyen günaydının yerine hasta çelimsiz kırçıllı ve duygusuz bir sesten çıkan ir sözcük gelmişti adeta. Harfleri aynı, aynı kabileye ait aynı harflerle kurulmuş fakat alışagelmiş bir üsluba sahipti. Tüm sihrini kaybetmiş gibiydi senin dudaklarından çıkmasına rağmen. Peki değişen ne olmuştu? Üzerinden bir ayrılık geçince bu kadar lakayt bu kadar anlamsız gelebilir miydi o gün duyduğum en güzel ve en anlamlı sözcük olan bu sözcük kabilesinin alışagelmiş üyesi? Bir ayrılık bu kadar eskitebilir miydi bir sözcüğü.

O an göğsümün sol üst kısmında hafif bir yanma hissettim. Bir acı, ağır ve yavaş yavaş nükseden bir acı. Bir ağrılık. Bir kadının dudaklarından çıkan sıradan bir sözcük bir adamı ancak bu kadar yaralayabilirdi. Kendimi şehirlerarası otoyolda süratle giden bir arabanın camına düşen ve kalabalık bir caddedeki insanların arasına karışırcasına diğer damlalarla birleşen bir yağmur damlası kadar yalnız, sıradan ve önemsiz hissettim. Hiçbir yere ait olmadığımın tek nüshalık belgesi gibiydi dudaklarından çıkan lakayt alışagelmiş bu sözcük. “günaydın” o an hiç güneş doğmasa, hiç gece bitmeyecek olsa yağmur hiç durmasa umurumda değildi. Hiçbir şeyin önemi yoktu seninle aramızda bu denli bir uçurum varken, sebepsiz bir ayrılığın bedelini öderken. Sebepsiz bir ayrılığın bedelini öderken gökyüzünden çöle düşen bir yağmur damlası kadar önemsiz hissediyordum kendimi. Eninde sonunda kuruyacaktım çünkü sensizliğin çölünde. Eninde sonunda yok olacaktım. Başka bir bedene ait olma çabası içinde benliğimi kaybedecektim. Senden kazandıklarımı seninle kazandıkları yitirecektim. Dudaktan çıkan herhangi bir günaydın kadar değersiz olacaktım. 


Bumerang - Yazarkafe
script>