“günaydın” olmuştu senin beninle tanışmak için adım
attığında dudaklarına sığmayıp ekim yağmuru gibi aniden karşıma çıkan sözcükler
kabilesinin üyesi. Her gün herkesin kullandığı ve dudaklara her sabah en sık
uğrayan sözcük. Fakat o gün günaydın sözcüğü farklı gelmişti bana. Bana karşı
ve senin dudaklarından çıkıyordu çünkü. Dudaklarının kokusu sinmişti sanki
harflerin arasına. O gün duyduğum en güzel sözcük günaydın olmuştu. Farklıydı
diğer günaydınlardan, senin dudaklarının ağdalı sıvısına değerek bana
ulaşmıştı. Bana hitabendi beni muhatap alıyordu. En güzel günaydındı senin
dudaklarından çıkan bu alışagelmiş sözcük.
Bugün aynı sözcüğü çıkarttım dudaklarımın arasından seni gördüğüm
ilk aralıkta iki dudağımın arasında yalnızlık kokusunu ört bas etmeye
çalışarak. Aynı ayın aynı gününde, yıldönümünde. Kuru, yavan, samimiyetsize
karşılık verdin “günaydın” diyerek. O an harfler o gün söylenen günaydına ait
olan harfler kadar parlak olmadığını o ana yerleştirilmiş heyecan kadar beni
tatmin etmediğini fark ettim. O sonbahar günü kalbimde yeni bir baharı başlatan
sözcük kadar kutsal gelmemişti. Daha sönük daha mat daha çelimsizdi bir sene
öncesine göre. Dudaklarında arta kalmış gibiydi. İsteksizce formaliteden bir
günaydın.
İçimde sana dair hazır bulunan aşkın fitilini ateşleyen
günaydının yerine hasta çelimsiz kırçıllı ve duygusuz bir sesten çıkan ir
sözcük gelmişti adeta. Harfleri aynı, aynı kabileye ait aynı harflerle kurulmuş
fakat alışagelmiş bir üsluba sahipti. Tüm sihrini kaybetmiş gibiydi senin
dudaklarından çıkmasına rağmen. Peki değişen ne olmuştu? Üzerinden bir ayrılık
geçince bu kadar lakayt bu kadar anlamsız gelebilir miydi o gün duyduğum en
güzel ve en anlamlı sözcük olan bu sözcük kabilesinin alışagelmiş üyesi? Bir
ayrılık bu kadar eskitebilir miydi bir sözcüğü.
O an göğsümün sol üst kısmında hafif bir yanma hissettim.
Bir acı, ağır ve yavaş yavaş nükseden bir acı. Bir ağrılık. Bir kadının
dudaklarından çıkan sıradan bir sözcük bir adamı ancak bu kadar yaralayabilirdi.
Kendimi şehirlerarası otoyolda süratle giden bir arabanın camına düşen ve
kalabalık bir caddedeki insanların arasına karışırcasına diğer damlalarla
birleşen bir yağmur damlası kadar yalnız, sıradan ve önemsiz hissettim. Hiçbir
yere ait olmadığımın tek nüshalık belgesi gibiydi dudaklarından çıkan lakayt
alışagelmiş bu sözcük. “günaydın” o an hiç güneş doğmasa, hiç gece bitmeyecek olsa
yağmur hiç durmasa umurumda değildi. Hiçbir şeyin önemi yoktu seninle aramızda
bu denli bir uçurum varken, sebepsiz bir ayrılığın bedelini öderken. Sebepsiz
bir ayrılığın bedelini öderken gökyüzünden çöle düşen bir yağmur damlası kadar
önemsiz hissediyordum kendimi. Eninde sonunda kuruyacaktım çünkü sensizliğin
çölünde. Eninde sonunda yok olacaktım. Başka bir bedene ait olma çabası içinde
benliğimi kaybedecektim. Senden kazandıklarımı seninle kazandıkları
yitirecektim. Dudaktan çıkan herhangi bir günaydın kadar değersiz olacaktım.
1 yorum:
Güzeeeel
Yorum Gönder