13 Ekim 2012 Cumartesi

“GÜNAYDIN”




“günaydın” olmuştu senin beninle tanışmak için adım attığında dudaklarına sığmayıp ekim yağmuru gibi aniden karşıma çıkan sözcükler kabilesinin üyesi. Her gün herkesin kullandığı ve dudaklara her sabah en sık uğrayan sözcük. Fakat o gün günaydın sözcüğü farklı gelmişti bana. Bana karşı ve senin dudaklarından çıkıyordu çünkü. Dudaklarının kokusu sinmişti sanki harflerin arasına. O gün duyduğum en güzel sözcük günaydın olmuştu. Farklıydı diğer günaydınlardan, senin dudaklarının ağdalı sıvısına değerek bana ulaşmıştı. Bana hitabendi beni muhatap alıyordu. En güzel günaydındı senin dudaklarından çıkan bu alışagelmiş sözcük.

Bugün aynı sözcüğü çıkarttım dudaklarımın arasından seni gördüğüm ilk aralıkta iki dudağımın arasında yalnızlık kokusunu ört bas etmeye çalışarak. Aynı ayın aynı gününde, yıldönümünde. Kuru, yavan, samimiyetsize karşılık verdin “günaydın” diyerek. O an harfler o gün söylenen günaydına ait olan harfler kadar parlak olmadığını o ana yerleştirilmiş heyecan kadar beni tatmin etmediğini fark ettim. O sonbahar günü kalbimde yeni bir baharı başlatan sözcük kadar kutsal gelmemişti. Daha sönük daha mat daha çelimsizdi bir sene öncesine göre. Dudaklarında arta kalmış gibiydi. İsteksizce formaliteden bir günaydın. 

İçimde sana dair hazır bulunan aşkın fitilini ateşleyen günaydının yerine hasta çelimsiz kırçıllı ve duygusuz bir sesten çıkan ir sözcük gelmişti adeta. Harfleri aynı, aynı kabileye ait aynı harflerle kurulmuş fakat alışagelmiş bir üsluba sahipti. Tüm sihrini kaybetmiş gibiydi senin dudaklarından çıkmasına rağmen. Peki değişen ne olmuştu? Üzerinden bir ayrılık geçince bu kadar lakayt bu kadar anlamsız gelebilir miydi o gün duyduğum en güzel ve en anlamlı sözcük olan bu sözcük kabilesinin alışagelmiş üyesi? Bir ayrılık bu kadar eskitebilir miydi bir sözcüğü.

O an göğsümün sol üst kısmında hafif bir yanma hissettim. Bir acı, ağır ve yavaş yavaş nükseden bir acı. Bir ağrılık. Bir kadının dudaklarından çıkan sıradan bir sözcük bir adamı ancak bu kadar yaralayabilirdi. Kendimi şehirlerarası otoyolda süratle giden bir arabanın camına düşen ve kalabalık bir caddedeki insanların arasına karışırcasına diğer damlalarla birleşen bir yağmur damlası kadar yalnız, sıradan ve önemsiz hissettim. Hiçbir yere ait olmadığımın tek nüshalık belgesi gibiydi dudaklarından çıkan lakayt alışagelmiş bu sözcük. “günaydın” o an hiç güneş doğmasa, hiç gece bitmeyecek olsa yağmur hiç durmasa umurumda değildi. Hiçbir şeyin önemi yoktu seninle aramızda bu denli bir uçurum varken, sebepsiz bir ayrılığın bedelini öderken. Sebepsiz bir ayrılığın bedelini öderken gökyüzünden çöle düşen bir yağmur damlası kadar önemsiz hissediyordum kendimi. Eninde sonunda kuruyacaktım çünkü sensizliğin çölünde. Eninde sonunda yok olacaktım. Başka bir bedene ait olma çabası içinde benliğimi kaybedecektim. Senden kazandıklarımı seninle kazandıkları yitirecektim. Dudaktan çıkan herhangi bir günaydın kadar değersiz olacaktım. 


1 yorum:

Adsız dedi ki...

Güzeeeel

Bumerang - Yazarkafe
script>