Sesin titredi. İsmimi söyledin. Ben kendimi
kaptırmış onlarca heybetli cümle kurmuştum. Beyaz kağıt gibi duyarsız kalmasına
alışmıştım hayatımda ki tüm insanların. Ürperdim. İsminin bir an olsun eksik
kalmadığı dudaklarım kaskatı kesildi.
Nisan
rüzgarı yüzüme dokunuyordu. Gümüşsuyu yağmuru üzerine örtmüş, Dolmabahçe nisan
yağmuruna eğmişti başını ve telefonun diğer ucundaki sesin ağlıyordu. İsmimi
söylüyordun, ağlamaya devam ediyordun. İsmini aldım dudaklarımın arasına. Sıkı
sıkıya sanki her an kaybedecekmiş gibi… “vazgeçmek yok” dedim. Düşünmeden! Hiç
düşünmedim bunu derken! Bir insanı koşulsuz şartsız severken yapılacak en büyük
hata düşünmektir. Neyi düşünebilirdim, neyi sorgulayabilirdim ki? Senden
vazgeçmeyi mi? Neyden vazgeçebilirdim? Her yeşilde senin gözlerinin tonunu
aramaktan mı? Her şiirde yeşili anlatmaktan mı? “kaybetmekten korkuyorum”
diyebildim ancak.
“uykum
var” deyişini, her tartışmadan beş dakika sonra mütemadiyen gerçekleşen ilan-ı
aşklarımızı, kıskançlıklarını seviyordum. Her Beşiktaş vapuruna bindiğimde ve
her tren bekleyişimde gözlerimi kapatıp bir gün olsun, bir kez olsun ellerini
avuçlarımın arasına alıp sevmeyi, parmaklarımla saçlarını sıyırıp yanağına
basit bir öpücük hatıra bırakmayı hayal ediyordum. Hayallerin en canlı ve an
gerçekçi yanı gözlerine uzun uzun bakıp ezberlemeyi yineleyerek kurguladığım
kısımdı.
Uykulu sesini kulaklarımla duymak istiyordum. Özlüyordum, belli
etmesem de her an her dakika özlüyordum. Bazen öylesine özlüyordum ki tükenip
kalıyordum ansızın. İsimsiz gözyaşlarımı saklamalıydım yine de. Güçlü
kalmalıydım. Dik durmalıydım, her yasanın ve her engelin karşısında
durduğum gibi. Seni bensiz hayal edemezken güçlü olmamak gibi bir lüksümde
yoktu zaten. Martı denize nasıl aitse, sen de bana öylesine aittin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder